03 MART, PERŞEMBE, 2016

60 Yıldır Sanata Adanan Bir Hayat: Heinz Mack

Alman modernizminin öncülerinden Heinz Mack’in resim, heykel ve kinetik sanat eserlerinden oluşan 100’den fazla çalışması, S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde. ZERO’nun kurucularından biri olan ve Arazi Sanatı çalışmalarıyla dikkat çeken sanatçı, kariyerinin 60. yılını Uzakdoğu, Avrupa ve Türkiye’de gerçekleşen bir dizi sergiyle kutluyor.

60 Yıldır Sanata Adanan Bir Hayat: Heinz Mack

Dünyaca en çok tanınan Alman sanatçılardan biri olan Heinz Mack, 1931’de Frankfurt’ta doğdu. Sanat eğitiminin yanında felsefe eğitimi alan Mack, o yılları beraber geçirdiği sanatçı arkadaşı Otto Piene’yle birlikte uluslararası sanat ağı ZERO’yu kurdu. Üstelik henüz 26 yaşındaydı. ZERO akımının tüm dünyada daha tekrar keşfedilmesi ise bundan tam 51 yıl sonra, akımın kurucu sanatçıları Otto Piene ve Günter Uecker ile ZERO’nun 10 yıllık üretiminin geniş çapta anlaşılmasını amaçlayan ZERO Vakfı’nı kurmalarıyla oldu. Akabinde New York Solomon R. Guggenheim Müzesi’nde, sonrasında Berlin’de ve Amsterdam’da farklı müzelerde büyük sergiler gerçekleştirdiler. Geçen yıl Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan ZERO sergisi de bunlardan biriydi. Yine aynı müzede bugünlerde ziyaret edebildiğimiz Heinz Mack sergisi bir devam sergisi olarak kurgulanmış ilk başlarda. Ama sonradan bir devam sergisi olmanın çok daha ötesinde bir sergi ortaya çıkmış. Gidenler bilir, gitmeyenler sosyal medyadan illa ki görmüşlerdir; müzenin bahçesinde yer alan dokuz sütun da müze müdürü Dr. Nazan Ölçer’in deyimiyle iki sergi arasında köprü kuruyor. Zira altın rengi tüm ihtişamıyla bulutlara uzanan Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü eseri, Mack tarafından ZERO yıllarından çok sonra (2012-2014) yapılmış olsa da önceki sergide de yer almıştı. Zaten basın toplantısında belirttiği gibi Dr. Nazan Ölçer bu yerleştirmeden o kadar etkilenmiş ki Venedik’te görür gelmez, “Bunu İstanbul’da göstermeliyiz” demiş. Kim bilir belki kalıcı eser olarak müzede yerini alır.

Heinz Mack’ın en önemli özelliklerinden biri, kendini tekrar etmeyen, daima yeniliklerin peşinden koşan bir sanatçı olması. Bu nedenle, nasıl ki 20. yüzyıl ortasının ilk büyük avangart akımı ZERO’nun kurucularından olduysa, 10 yılın sonunda bu akımın misyonunu tamamladığını ilan ederek bitiren de oydu. Şu an kariyerinin 60. yılında ve sanatsal üretimini hala aktif bir şekilde sürdürüyor.

Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki açılışa bizzat katılan sanatçı, İstanbul’da eserlerinin gösterilmesinden çok heyecanlı olduğunu şu sözlerle anlatmıştı: “Anadolu’nun 8 bin yıllık muhteşem bir kültürü var. Sadece Göbeklitepe’yi düşünmek bile yeterli. Böyle bir coğrafyada olmak çok güzel.” Sergi kataloğu için Beral Madra’yla yaptığı söyleşide de benzer cümleler kullanmış sanatçı: “Türkiye büyüleyici bir ülke. Kültürü ve tarihi çok zengin. Ayrıca bölgesel çıkarları aşan, gelecekte global önem kazanacak olan bir hayatiye sahip. İstanbul daha şimdiden dünyaya açık bir kent. Her şey devinim halinde. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, burada da mutlu, barış içinde yaşamak isteyen insanlar çatışmalardan huzursuz oluyor. Ama hiç kimse bu ülkedeki yaşam enerjisini bozamayacak.”

Mack’ın bu sözleri onun 60 yıllık kariyerini bir anlamda özetliyor gibi de bir bakıma. Çünkü o tüm çalışmalarında izleyenlerini diyaloga davet ederken, onları anlamaya, iletişim kurmaya çalışıyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında ZERO kurarken de tavrı aynıydı. Şehirler harabeye dönmüştü. Savaş, insanlara fiziksel ve ruhsal zararlar vermişti. Avrupa’nın göbeğinde büyük bir huzursuzluk vardı ve insanların kendine güvenlerinin yerine gelmesi gerekiyordu. Mack’ın bahsettiği sadece maddi kayıplar değildi. “Yaşadığımız dünyada birtakım değişiklikler yapılması gerekiyordu ve bu dinamik bir dünya olmalıydı. Gerçek bir değişim yaratmak istiyorduk” diyor o zamanlar için.

Sanat ortamını ise şöyle anlatıyor: “1945 sonrası dönemde Almanya’da öğretmenlere büyük gereksinim duyuluyordu, çünkü çoğu savaşta ölmüştü. Okulların büyük bir kısmı bombardımanlarla yıkılmış, kütüphaneler yanıp kül olmuştu. Örneğin Düsseldorf kentindeki Devlet Sanat Akademisi 1950’de harabe halindeydi. Yine de oraya kaydımı yaptırdım. Atölyeler buz gibi soğuktu. Yeni profesörler çağdaş sanat tarihi hakkında bilgi veremiyorlardı, çünkü kendileri de bu konuda geniş bilgi sahibi değillerdi. Yağlıboya, tuval ve çerçeve hemen hemen hiç temin edilemiyordu. En kötüsü de, savaştan önceki sanatı veya 20. yüzyılın ilk 30 yılındaki sanatı hiç tanımıyorduk. Süprematist sanatçılar hakkında ancak 10 yıl sonra bilgi edinebildik.”

Sanat tarihçisi Norman Rosenthal ise o dönemde kurulan ZERO grubunun sanatın tek geleceğinin saf olasılıklar sevgisinin yaratılmasında olduğunu belirtir: “1957 tarihli ilk ZERO sergisi, insanoğlunun yaptığı ilk uydu olan Sputnik’in uzaya fırlatılışına denk gelmişti. Mack ve sanatçı arkadaşları için mesele, figüratif  resim değildi. Resim sanatçıyı daha ziyade ateş, ışık, duman, su, kum ve toprak, gökyüzü gibi doğa güçlerine, hatta alüminyum, cam, ayna, elektrik ışığı gibi endüstriyel malzemeye götürüyordu ve bunların hepsi güzellik arayışında anonimliğin açığa vurulmasıydı.”

©Nazlı Erdemirel

ZERO’nun dünyanın farklı köşelerindeki her sanatçısı kendilerine farklı bir alan açmıştı. Mack’ınkisi 1968’de gerçekleştirdiği ama 10 yıl öncesinde tasarladığı “Sahra Projesi”ydi. Sanatçının Şam’a yaptığı ziyaretlerden etkilenerek oluşturduğu bu proje, Yeryüzü Sanatı’nın (Land Art) ilk örneklerinden sayılabilir. (Yeryüzü Sanatı kısaca yeryüzünde açık alanların insan müdahalesiyle dönüştürülmesi olarak açıklanabilir) Mack da “Sahra Projesi”yle görünüşte sonsuzluğa uzanan çölün içinde yalnızca sanata ve özgürlüğe ayrılmış bir alan yaratmayı amaçlıyor. Çölün içinde birtakım heykeller ve yerleştirmeler kullanan Mack, izleyicisine eserlerin ve doğanın iç içe geçtiği benzersiz bir deneyim sunuyor. Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisinde yer alan dikkat çekici çalışmalardan Kumda Sudan Çarpı’daki kumların uzun uğraşlar sonucu bulunup buraya getirildiğinin notunu da düşelim... 

©Nazlı Erdemirel

Sergideki dikkat çeken bir diğer bölüm, Mack’ın figüratif olmaktan uzak duran ve esas tema olarak ışığı alan sanatını yansıtan Kinetik Sanat bölümü. “Durağan” sanatı harekete geçiren sanatçı, geleneksel sanatın malzemelerinin yerine motorları, tüpleri, ampulleri kullanıyor. Böylece heykellerin sınırları yok edilirken, izleyiciyle ışık arasındaki ilişki yeniden biçimleniyor. Teknolojiyi estetik bir öğe olarak kullanan Mack’in kinetik eserleri, hacim ve boyutlarıyla değil, izleyicisinin onları nasıl ve ne kadar gördüğüyle ve onlardan nasıl ve ne kadar etkilendiğiyle anlamlı hale geliyor.

Heinz Mack

Bu sayılanlar, bu koca serginin aslında birkaç bölümü. Nihayetinde şunu belirtmek mümkün ki, “MACK, Sadece Işık ve Renk” sergisinden sanatçının güzellik fikrine nasıl katkıda bulunduğuna tanık olarak ayrılacaksınız. Aslında bu ışık ve rengin hepsi doğada var; ancak Mack bunların hepsini mucizevi bir şekilde ortaya çıkarıyor...

“MACK. Sadece Işık ve Renk” sergisi 17 Temmuz 2016’ya kadar S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nde ziyaret edilebilir.

0
6824
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage