0 YAPILAN YORUMLAR
2038 GÖRÜNTÜLENME
1 TAKİPÇİ
0 BEĞENİ
BURÇAK KONUKMAN İLE PERFORMANS VE İPA SÖYLEŞİSİ

BURÇAK KONUKMAN İLE PERFORMANS VE İPA SÖYLEŞİSİ

Mart 2017

Burçak Konukman, Ankara Anadolu Güzel Sanatlar lisesi Resim bölümünden mezun olduktan sonra lisans eğitimini Anadolu Üniversitesi Görsel Sanatlar Eğitimi Grafik Ana sanat dalında tamamladı. 2009 yılında başladığı İstanbul Bilgi Üniversitesi  Kültür Yönetimi  Yüksek lisans programını 2015 Bahar dönemi içerisinde Erasmus kapsamında Almanya’da Hildesheim Üniversitesinde Kültür Bilimi bölümünde değişim öğrencisi olarak sürdürdü. 2016 yılında Kültür yönetimi alanında Yüksek Lisans programını tamamladı.

Konukman, çok disiplinli video ve fotoğraf  yerleştirmeleri ile tanınan ve canlı performanslar yapan farklı tür mekânlara site specific müdahalelerde bulunan bir sanatçıdır.

Konukman aynı zamanda Uluslararası Performans Sanatları Derneği’nin (IPA) Türkiye direktörüdür. Mart ayında Coop’ta Leftovers başlıklı multidisipliner performans ve deneysel müzik projesini her perşembe davet ettiği konuk sanatçılar ile sürdürdü.

1.Bize biraz IPA’dan (Uluslararası Performans Sanatları Derneği) bahseder misiniz?

IPA’nın açılımı “International Performance Assosiation” olarak geçiyor. Aslında Hildesheim’da benim de Erasmus yaptığım yerde üniversite öğrencileri ile (BMI) Black Market International’ın kurucusu olan Jürgen Fritz’in bir araya gelerek oluşturduğu bir organizasyon. Hildesheim’daki değişim programı, kültür bilimleri olarak geçiyor. Almanya’da bu tür bir eğitim alabileceğiniz birkaç yerden birisi. Hildesheim’ın özelliği kültür politikaları, kültürel incelemeler,  deneysel tiyatro, edebiyat,  müzik, medya sanatları, görsel sanatlar ve performans sanatını kapsayan disiplinler arası bir eğitim programına sahip olması.

Öğrenciler de aslında performans sanatını nasıl deneyimleyebileceklerine dair tartışırlarken IPA’yı kuruyorlar, hatta o zaman da adı “IPAH”dı, sonunda “h” harfi vardı, “International Performance Assosion Hildesheim”dı. İlk başta nasıl performans sanatını deneyimleriz? Nasıl öğreniriz? Nasıl geliştiririz? Gibi sorulara cevap ararlarken workshop düzenlemeye başlıyorlar, yani bir hocayı yada bir sanatçıyı çağırarak bir workshop yapmaya başlıyorlar. Önce bir iki kişiyle başlıyor, sonra bu sayı artıyor. Daha sonra yaz kampı konseptiyle yapmaya karar veriyorlar ve sanırım bu yaz kamplarının birkaçı Hildesheim’da gerçekleşiyor sonrasında da Berlin’de devam ediyor. Berlin de merkeze çok yakın olmayan bir yerde başlıyorlar. Daha sonra Kunstfabrik diye bir sanatçı kompleksi var, sanatçıların konakladıkları, rezidans olarak kullandıkları bir program ve Kunstfabrikle ortaklığa giriyorlar sonra Kunstfabrik koordinatörlerden sanatçı ve küratör Janine Eisenächer’ın girişimiyle de programa “Platform Young Performance Artist” ekleniyor. “Genç Performans Sanatçıları Platformu” adıyla üç günlük bir performans festivali organize edilmeye başlanıyor. Bu şekilde özet geçebilirim. Ben 2011’de Berlin’e gittim ve IPA’ya katıldım. IPA’nın Berlin’deki ikinci yılıydı. IPA 2012 yılı ile birlikte İstanbul’da gerçekleşmeye başladı. Ardından 2014’te Bükreş’te ve Bristol’de ilk defa gerçekleşti. Bu organizasyonlar şu şekilde oluyor; Yurt dışından öğrenciler geliyor, programda yer alan 3 atölyeden birini seçiyorlar.  Genelde bu üç atölye iç farklı sanatçı tarafından kendi yaklaşımlarını ortaya koydukları bir içeriğe sahip oluyor.  Birer haftalık bir workshop programı oluyor. Bu workshoplara katılan öğrenciler IPA networkünün bir parçası oluyor. Dilerlerse kendi ülkelerinde de IPA’yı organize edebiliyorlar. Kısaca IPA mobil bir organizasyon yapısına sahip. Jürgen Firtz hala IPA Almanya’da artistik direktörü ve kurucusu olarak çalışmalarına devam ediyor.

2.IPA’nın Türkiye ayağının oluşumu nasıl gelişti?

2011’de IPA’ya katıldıktan sonra aynı heyecanla 2012’de İstanbul’da IPA yapabilir miyiz diye düşündük. Bir de 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansında Görsel Sanatlar Yönetmenliğinde, asistan koordinatör olarak çalışmıştım bu sebeple şehre, mekanlara ve büyük organizasyonlara dair bir deneyimim vardı. 2010 ile birlikte kendi Network’üm içerisinde birçok kurum ile çalışma deneyimim olmuştu.  Salt yeni açılmıştı ve etkinliklerimiz Salt ev sahipliğinde Galata’da gerçekleşiyordu. Mixer henüz Sıraselviler’e taşınmamıştı, Tophane’deydi. Performansların büyük bir kısmı Mixer’de gerçekleşiyordu. Gerekli alt yapı uygundu. Bende burada IPA’yı legal statüye getirmek için Koza Görsel Ve Kültür Sanat Derneği’yle iş birliği yaptım. Koza’dan Özge Çelikaslan’la koordinatörlüğü birlikte yürüttük. Mehmet Kahraman Mixer’de sanatçı ilişkilerinden sorumluydu ve IPA içerisinde etkinlik koordinatörü ve küratör olarak birlikte çalıştık. Ayrıca Hatice Utkan PR olarak ekibimizdeydi, Hürriyet Daily News’in editörüydü, basın ayağını öyle duyurabiliyorduk. Aynı zamanda bu süreçte Borusan Art Center da rezidans sanatçısıydım, onun da getirdiği bir hareket alanım vardı. Bütün bunlar birleşince IPA’yı burada yapabildik. Öyle başladı.

3.Şuan IPA’nın güncel programında neler var? Planladığı projeleri anlatabilir misiniz?

Şimdi 2012, 13 ve 14’te IPA’yı yaptık, yazları “IPA Summer” ve “Platform Young Performance Artist” olarak düzenledik. Fakat 2013’te Gezi’yle birlikte kamusal alandan yavaş yavaş çekilmeye başladık.  İnsanların performans sanatı gibi doğrudan işin içinde olduğu türde etkinliklerde bir tür çekinme başladı diyebilirim. Bizim workshoplara katılan öğrencilerimiz genelde yurt dışından katılan sanatçılar ya da üniversite öğrencileriydi. Türkiye’den katılım genelde az oluyordu çünkü 200 Euro gibi bir katılım ücreti alıp, bu ücretle de konaklama ve hocalara verilen parayı ayarlıyorduk. Onun dışında başka bir kaynağımız yoktu. Festival için davet ettiğimiz sanatçılar için Pro Helvetia veya Hollanda Konsolosluğundan çok kısıtlı bir bütçe alabiliyorduk.  

2013’te kamusal alandan çekilmedik ama 2014’te tamamen çekildik, bütün resmi organizasyonlarımızı kapalı alanlarda yaptık, onun bir etkisi oldu. 2015 ve 2016’da IPA İstanbul herhangi bir organizasyon yapmadı. 2017 için bu iki yıllık aradan sonra IPA’yı tekrar ayağa kaldırma fikri ortaya çıktı. Bu süreçte de tabi 2014 – 17 arasında daha kişisel projelere yöneldim. Kendi sanat çalışmalarıma yoğunluk verdim.  O yüzdende 2016 yazında Viyana’da yazar ve aynı zamanda müzisyen Micahel Woels ile başladığımız Leftovers projesine ağırlık verdim.  Burada Şubat ayından itibaren COOP’la iş birliği yaparak, Leftovers ve özel davetli sanatçıların performans yaptığı tek günlük POP-UP etkinlikleri organize etmeye başladık. 2017 için ana plan bienale paralel olarak IPA’nın davet ettiği Black Market International sanatçılarının katılacağı bir organizasyon yapmak çünkü Black Market International sanatçıları yaklaşık 30 yıldır birlikte performans yapan, Singapur’dan, Almanya’dan, Finlandiya’dan, Hollanda’dan, İsviçre’den ve Birleşik Krallık’tan sanatçılar. BMI’ın yaklaşımı “Art Of Encounters” olarak ele alınıyor. Türkçeye çevirirsek bir araya gelme sanatı diyebiliriz. Bunun nasıl bir yaklaşım olduğunu şöyle anlatabilirim. Bundan 30 yıl önce Berlin’de sanatçılar birbirlerinin atölyelerini ziyaret ederlerken, o atölyede ne yapabileceklerini o anda keşfediyorlardı ve aslında deneysel tiyatrodan çıkan isimlerin oluşturduğu bir girişim olarak kaşımıza çıkıyor BMI. Jürgen Fritz’de tiyatrodan gelen bir isim ve bana Jürgen Fritz’in anlattığı; o zaman internetten mail atıp iletişim kuramadıkları bir dönem, atölyeye birini davet ediyorlar ve o atölyede sanat üretiyorlar. Atölyede karşılaşmalar gerçekleşiyor ve daha sonra bu karşılaşmalar büyüyor ve uzun süreli performanslara dönüyor. Black Market International 8 – 10 saat performanslar gerçekleştiren bir topluluk. Çok farklı yaklaşımları içinde barındırıyorlar ama en büyük özellikleri prova yapmadan bütün sanatçıların kendi materyallerini, kendi kişiliklerini bu grup performanslarına taşıyor olmaları. Black Market yaklaşımı da deneysel bir süreç oluyor. Bir anlamda kendilerinden uzaklaşırken karşındakinin bireyselliklerinde başka bir keşfe çıkıyorlar. O yüzden Black Market International’ın performans sanatında özel bir yeri vardır.

4.Leftovers’dan Viyana’da başlayan deneysel bir performans ve müzik projesi olarak bahsediyorsunuz, Leftovers’ı İstanbul’da sergileme fikri nasıl doğdu?

Benim sanatsal üretimlerimde çok fazla iş birlikleri oluyor. Leftovers da onlardan biri. 2013 yılında Kultır Kontakt Avusturya’nın davetiyle Viyana’ya 3 aylık konuk sanatçı programına katıldım. Bu süreç içerisinde orada yaşayan gazeteci, yazar ve müzisyen Micheal Woels ile bir iş birliği yapmıştık ve “Artist Guide to Popularity” projesini gerçekleştirmiştik. Bu sene de başka bir eğitim programı PAS Studies’e katıldım. Aslında IPA’ya çok benzeyen bir organizasyon yapısına sahip ama daha aktif, daha fazla gezen, daha bağımsız. Bağımsızlıktan kastım, bir yere kurulmayan, gittiği yerde IPA gibi bir PAS organizasyonu kurma yolunu seçmeyen,kendi sabit ekibiyle dolaşan bir organizasyon yapısına sahip. BBB Johannes Deimling  adlı bir performans sanatçısının organizasyonu.PAS,  IKON teması ile Johannes Deimling’in ve konuk sanatçı eğitmen Veronika Merklei’nin yürüttüğü atölyelere katıldım. 10 günlük atölye çalışmalarının ardından Türkiye’de darbe oldu, aynı günlerde de pasaportum çalınmıştı ve yaklaşık 2 hafta daha Viyana’da kalma durumum oldu. Almanya’da davet aldığım başka bir residency programına katılmam gerekiyordu amabu durumlardan dolayı Almanya’ya seyahat edemedim. Bu süreç zarfında da Berlin’den getirdiğim Belle Howel markasının 70’lerde ürettiği Language Master adında bir ses kayıt cihazı vardı. Micheal Woels ile birlikte bu ses kayıt cihazıyla ne yapabileceğimizi konuşmaya başladık. Sonra bu bekleme sürecini kayda dönüştürmeye karar verdik ve on, on beş günlük bir kayıt sürecine giriştik. Bu kayıtlara müzik de eklenmeye başladı. Başka sanatçılar da davet etmeye başladık ve bir format geliştirdik. 100 track kaydettik ve her track yaklaşık 30 saniye civarında idi. Sonra ilk 100 kaydı 30’a indirdik ve kayıtlar sırasında bulunduğum yerin fotoğraflarını çektim, bu fotoğrafları ses kayıt cihazının 4 saniyelik optik ses kartlarına bastırdım. Bunu da Leftovers olarak Gaia’da, Mehmet Kahraman küratörlüğünde “Yumuşak Bir İnişi Takiben Dik Bir Uçurum”  adlı sergide izleyicinin karşısına sunduk. Leftovers hala devam eden görsel, işitsel disiplinler arası bir performans projesi. Viyana’da kayıtları yaptık, interaktif bir şekilde seyircinin katılımına sundum. İnsanlar hem kayıt yapıp hem dinleyebiliyorlardı. Bu 30 track’i albüm formatında çıkarmaya çalışıyorduk hala da çalışıyoruz crowdfounding projesiyle belki insanların projeye destek olup, karşılığında cd ya da plak formatında 30 şarkıya ulaşabildikleri bir kampanyaya başlamayı düşünüyoruz.. Bu devam etme sürecinde ben de burada iyi bir ses sisteminde kayıtları ve o kartlara bastığım görselleri, 30 saniyede çevirerek sunmaya başladım ve tabi Viyana’da yapılan kayıtları İstanbul’da dinletmek, Viyana’daki görsellerle İstanbul’u birleştirmek aslında yapmak istediğim bir şeydi. Berlin de yapmayı istiyordum ama İstanbul’da olduğum için burada yapmaya karar verdim. Böylelikle İstanbul kayıtlarda ve görsellerde olmasa da benim o zamanki İstanbul’daki olaylardan etkilenme sürecimle birleşerek, beni etkilemiş oluyor. Burada da kayıtlar almıştım bu vesileyle de bunları da ilerde sunabileceğimi düşünüyorum. Her ne kadar hareket etmeyi tercih eden bir sanatçı olsam da İstanbul merkezli üretim sürecim devam ediyor.

5.Özellikle Almanya olmak üzere yurt dışında çeşitli performans projeleri gerçekleştirdiniz. Performans sanatının Almanya ve Türkiye’deki yeri nedir, bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Batı diyelim sadece Almanya değil,  batı ve doğu da bu işler çok farklı gelişiyor. Kültürel farklar, sanat tarihinin oluşum sürecinde gelen farklar var, felsefe, politik süreçler, savaşlar var. Bunlar doğuyla batıyı hep farklı etkilemiştir. Benim o noktada referans olarak söyleyebileceğim en büyük isim Joseph Boys aslında. Çünkü o kendi hayatını performansa dönüştürerek, performans sanatının ilerlemesine çok büyük katkıda bulunmuştur. Almanya’da veya Avrupa’da günümüzde güncel olarak sanatçılar genelde Irkçılık, Kuir meseleleri, postkolonyalizm gibi meselelerle ilgilenirken tanıdığım bir çok sanatçı kendi hikayelerini anlatıyorlar. Berlin’de bir barda soyunsanız ve sokağa çıksanız, size kimse dönüp bakmaz ama bunu İstanbul tophanede yaparsanız başka sonuçlar doğurur. Bunun gibi kesin net farklılıkları var. Bizim gerçek anlamda çok kapalı bir dünyamız var. Biz IPA’da bir performans düzenlerken sanatçılara seks, çıplaklık veya şiddet gibi unsurları kullanma noktasında kültürel olarak bulunduğumuz coğrafyanın belki de yazılı olmayan ancak sözel olan kurallarını hatırlatmak durumundaydık. Bu birlikte çalıştığımız bir çok kurumun bize yaptığı uyarılar ile de ilgiliydi.. O kadar çok bir yok listesi vardı ki ben şok oluyordum, bunlar olmadan bu işi biz nasıl yapabiliriz diye düşünüyordum. Öyle bir fark var. Bir de burada kendi tarihsel sürecinde de ele aldığı meseleler batıyla çok aynı gitmiyor. İnternetle birlikte biz tek bir dünyada yaşıyormuşuz gibi algılıyoruz ama aslında Berlin ve İstanbul arasında çok büyük farklar var. Bir de İstanbul’un çok büyük bir tarihi var. Ele alınan konular başımıza gelen konular, o perspektiften baktığımızda burası belki daha az sanatçının yaşadığı ama performans sanatı konusunda da dinamizmi yakalamaya başlayan bir yer. Berlin’de izlediğiniz bir performans sizi İstanbul’daki kadar heyecanlandırmayabilir. Beyrut’taki, İran’daki de sizi heyecanlandırabilir.  Bir de şuanda İstanbul’da irili ufaklı genç aktörler kendi performanslarını organize edip müzelerde, galerilerde, İstanbul sanat ortamının önde gelen kurumlarında kendi organizasyonlarını yapabiliyorlar.

6.Eğitim hayatınızı resim – iş, grafik ve kültür yönetimi olarak şekillendirdiniz, peki bu süreçte performansla olan ilişkiniz nasıl gelişti?

Ben eğitim fakültesinden mezun olmadan önce 2016 Sinop Bienaline asistan, izleyici ve gönüllü olarak katıldım, Sinop’ta olmamın avantajı da vardı. Birebir sanatçılara ve organizasyona çok yakın durabildim. Çok garipti o senelerde Sinop’ta Nezaket Ekici, Monali Meher gibi bir sürü performans sanatçısı gelip gidiyordu oraya ve onlara soruyordum, meraklı bir şekilde ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordum. Kitaplardan görmediğim, hocalarımın anlatmadığı bir şeyle karşılaşmıştım. Sonra üzerine gitmeye ve takip etmeye başladım. 2007 de kendim bir proje yaptım, mezun olurken. 2008 de performans yaparak farklı workshoplara katılmıştım. IPA’yı da öyle öğrendim zaten. Sonra kültür Yönetimi Mastırına başladım ama mastırımı da hep bir sanatçı perspektifiyle yapmaya çalıştım o yüzden altı yıl sürdü. Çünkü hiçbir zaman sadece organizasyon kısmında kalmayı düşünmedim, şimdi de öyle. Yani benim bu sanatla tanışmam 2006 yılı, neredeyse 11 sene olmuş.

7.Şimdiye kadar gerçekleştirdiğiniz performanslarınızı oluştururken kendi hayatınızdan mı etkilendiniz yoksa sizi etkileyen başka olaylar oldu mu?

Tabi ki performans alanında Joseph Boys dan tutun da birçok sanatçıya, birçok kişisel var oluş noktasında üretimler görebilirsiniz. Marina Abramovic içinde bu böyledir. Bende ilk başlarda ve ilk solo sergimi 2015 yılında Almanya’da yaptığımda işlerimi temellendirmem konular genelde kişisel deneyimler, kişisel gelişimlerdi. Leftovers’la birlikte evrensel sorulara cevaplar aramaya başladım. O yüzden şuan da sanat üretimine öyle bakıyorum. Şuan otuz iki, otuz üç yaşıma girdiğimi düşünürsek, kendi hayatımda da böyle bir değişim olmaya başladı. Kendi ilgi alanlarımda değişmeye başlıyor doğal olarak. Bu otobiyografik üretimden biraz uzaklaştığımı düşünüyorum.

8.Sizi etkileyen performans sanatçıları kimlerdir?

Jürgen Fritz, Roy Vaara , Allastair Mclannen, VestandPage, Lee Wen.  Bu röportajda adı geçen sanatçılar.  Henüz tanışmadığım ama bir yerlerde yolumun kesişeceğine inandığım bütün sanatçılar.

                                                                               

RemART Space

RemART Space

0
2038
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage