0 YAPILAN YORUMLAR
5905 GÖRÜNTÜLENME
1 TAKİPÇİ
1 BEĞENİ
SANAT VE OTOEROTİZM ÜZERİNE

Bu metin Mixer Galeri’nin 'mastürbasyon' başlıklı sergisinde yer alan işlerin tek tek imleyenleri üzerine değil serginin imlenenleri üzerine yazılmıştır. Metin akustik olana değil kavramsal olana yönelmiştir.

Mastürbasyon; kişinin ilgisini kendi kendisine yöneltmesidir, kişinin kendi bedeniyle kurduğu bir çeşit iletişimdir. İletişim işteşlik bildirir, karşılıklılık gerektirir. Her iletişimde bir aralık vardır, araya koyulan bir mesafe vardır. Bu bakımdan mastürbasyon; kişinin bir başına kalarak yapabildiği bir eylem değildir, kişinin kendi kendisiyle baş başa kalarak yapabildiği bir eylemdir. Her ilişkide bir yarık vardır. Bu spesifik yarığın beri tarafında kişinin ‘kendi’si bulunurken yarığın öte yakasında kişinin yabancılaştırdığı, ötekileştirdiği bedeni yer alır. Ötekinin varlığı bir taraftan kişinin kendi narsisizmini beslerken sair taraftan kişinin başka’sı kıldığıyla kendi arasındaki trajedinin kaynağı olur. Bedenin keşfiyle başlayan, narsisizmle devam eden bu uyarım süreci, haz’zında filiz verdiği noktadır.


Haz; duyum’la ilgildir. Haz’ın nesnesi belirgindir. Bir ‘şey’den haz duyulur. Ancak haz’ı salt algı düzeyine indirgemek, algıyla sınırlandırmak doğru olmaz. Haz; kaynağını duyumdan alsada duygu ve düşünce katına evrilerek ilerler. Bu açıdan sanat; alıcı bilincin hazzı olmakla birlikte kurucu bilincin de hazzıdır. Epikuros: ‘haz; kötü değildir ama bazı hazlar (hazdan çok) acı getirir’, der. Haz ve yasaklar arasında konumlanan mastürbasyon, fizyolojik ve duygusal gerilimi gidermede fonksiyonel olsada neslin devam ettirilmesinde işlevsel olmadığından İbrahimi dinler tarafından tabu olarak görülmüştür. Cinsel uzuvlara basınç uygulayacağından bacak bacak üstüne atarak oturma pozisyonu da adaba aykırı bulunmuştur. Aynı zihniyetin haritasında, etkili bir coitus için partnerini şehvetlendirecek kırbaçlama eylemi kabul görürken doğumu kontrol etmek amacıyla prezervatif kullanma davranışı parafili olarak alımlanır. 19.yy boyunca mastürbasyon; savaştan, vebadan daha zararlı kabul edilmiştir. Foucault, ‘Cinselliğin Tarihi’ adlı kitabında özdoyurum yapan kişinin, bilim ordusu tarafından bilimsel objeye indirgenmesini, hastanelere kapatılmasını sorgulamıştır. Suçun tarihsel sürecinde, şeytan’ın yerine genital organ’ın ikame edilişini araştırmıştır. Basit bir cinsel eylemin bilim iktidarının konusu haline getirilmesini ve bu eylem üzerinden çözümler üretilmesini Thomas Szasz da ele almıştır. Szasz, ‘Deliliğin İmalatı’ adlı eserinde, mastürbasyonun nevroza yol açtığını savunan Freud’u, ‘Gündelik Hayatın Psikopatolojisi’ adlı eseri üzerinden eleştirmiştir. Çünkü Freud, ‘hastanın iyiliği için’ kisvesi altında toplumun koyduğu tanıyı kabul etmiş, bozukluğu mastürbasyon yapan kişide aramış, cinsel bakımdan olgunlaşandan rahatsızlık duyan ve mastürbasyon yapanı damgalayarak kişide suçluluk duygusu inşa eden toplumla yan yana durmuştur.


İnsan başkasını arzulayan varlıktır ama daha çok da başkası tarafından arzulanmayı arzulayan varlıktır. Bu yönüyle arzu hiçbir zaman doyurulamaz. Çünkü insan ötekinin arzusunu karşılayacak bir şey değildir. Talep’in nesne’si vardır. Gereksinim duyulan şey, istenebilir. Ancak, arzu nesnesiz’dir. Bu yüzden arzu hiç bir zaman tükenmez. Arzu’nun sırrı kayıp nesne olmasında yatar. Nesnenin olmaması yoksunluk hissettirir. Yoksunluk olmasaydı arzunun varlığından söz edemezdik. Arzu bir bakımdan da; tamamlanmış olmaya duyulan aşk’tır. Bu yüzden Aragon: ‘mutlu aşk yoktur’, der. İnsan; eksikli varlıktır, hayalini kurduğu, idealize ettiği ben’den daima eksiktir. Bu eksikli yapıdan kurtulmak, ideal’indeki ‘ben’ olmak ister. Kusursuz olmak isteyen insan ‘gerçek’lerle yüzleşerek iğdiş olur/yaralanır. Bu duygusal örselenme utanç ile eşleşir. Freud’un kastrasyon tarifi; imgeseldir, fallusun kesilme tehditi söz konusu olduğundan fobiktir. Ama Lacan’da kastrasyon simgeseldir. Ötekinin arzusunun yöneldiği kişi/nesne olamamayla ilgilidir, Annenin arzusunu fallus yoksunluğuna bağlayan çocuk, annesinin fallusu olmayı arzular. Eksikliği telafi etmek istedikçe çocuk kastrasyon (başkasının fallus’u olamamanın narsisik acısını) yaşar. Özne; kendisi dışında (gerçek veya hayal) başka bir imgeyle özdeşleşir, özdeşleştiği bu dışsal imgede, imgelemsel düzeyde haps kalır. Bu haps oluş belki bedeni üzerinde yeni ustalıklar edinmesini destekler, daha önce yapmadığı şeyleri yapabilme hayali bulur ama benimsediği başkası’na gelen tahribattan da etkiler. ‘Özdeşleşilen imge; idealde olan ego’ ile ‘bakılan açıya denk gelen simgesel nokta; ego ideali’ arasında bir sonuşmaz (asymptote) vardır. Ben kimim, sorusuna verilen yanıtla; ötekine göre ben neyim, sorusuna verilen yanıt, aynı yantı değildir. Özetle; simgesel özne’nin imgesel ego’su fragmenterdir.


Ötekinin nezdinde benim anlamım nedir?’, ‘öteki için nasıl bir yer işgal ediyorum?’ sorularının yanıtı da Fantezi’dir. Fantezi; arzulanan nesnenin yerini doldurur, özne’nin nesnesiyle bağlantısıdır. Fantezinin hem gerçek hem simgesel koordinatları vardır. Tatmin; bedende aranır ama imgelemle birlikte, hayal kurarak yapılır. İnsanlara odaklanarak düşler gördüren Morfin (Morpheus) ve hayvanlara odaklanarak kabus gördüren Fobi (Phobetor) ile birlikte cansız objelere odaklanarak rüyalar gördüren Fantezi (Phantasos); uyku tanrısı Hipnoz (Hypnos) ve rahatlamanın tanrıçası Pasithea'nın oğludur. Zizek: ‘kendinizi kandırmayın, ortak etkinlikte de kendi fantezilerinizden başka bir şey yaşanmıyor. Sex aktivitesi, kendi kafanızdaki bir sevişme fantezisinin, eksik olan nesnesini, yerine oturtmaktan daha fazla bir şey değildir’, der.


Mastürbasyon, etken ve edilgen edimlerin bir bedende gerçekleştiği bir etkinliktir. Böyle bir etkinlikte aktif olan el’dir. Latince masturbare’nin, ma(nu)s kısmının ~erkeklik ve stuprare(/turbare) kısmının ~tecavüz etmek olduğunu hatırlarsak, karıştıran/dokunan bu el’in eril bir el olduğunu görürüz. Eril olanın yöneldiği yer eğer bir kamışsa bu etkinlik homoseksüel bir edimdir. Eril olanın yöneldiği yer eğer vajense bu ilişki biseksüel bir edimdir. Bir biseksüel edim olarak yaşanan otoerotizm’in coğrafyası Tanrı Hermes ile Tanrıça Aphrodit’in birleştiği ve -kendi kendine yetebilen- HermAfrodit’in doğduğu topos’tur. Bu etkinliğin öznesi ise; Platon’un, ‘Symposion’ adlı eserinde (kadın ve erkeğin ötesinde) tariff ettiği androgynos’tur. Bu özne; gender açısından belki değil ama oryante olduğu nesne üzerinden ve kıldığı fiilde aldığı pozisyon (yani fail’liği) üzerinden oldukça çoğul, oldukça zengin bir öznedir.


Sanat; bir çeşit yaratma sürecidir, hazzın olduğu kadar yıkımın da düzlemidir. Barthes, ‘Yazma Arzusu’nda, doyumun tanrıçası ‘Volupia’ ile eksikliği duyulan şeyin yıkıcı arzusu ‘Pothos’ arasındaki eyteşimsel durumu, ‘okumanın hazzı’ ile ‘yazma derdiyle yapılan okumanın hazzı’ arasındaki diyalektik farka benzetir. Çünkü doğurma sancısı ‘yapabilme’nin kaygısıdır. Yaratma sürecindeki sanatçının psişik seyrine Annie Anzieu’nun ışığıyla bakarsak: bu süreçte santçının önce perseküsyon sanrısı çektiğini, kendini parçalayarak fragmenter bir epizot yaşadığını, sonra parçalı olanı kompoze etme hezeyanı taşıdığını, en güzeli bu değil diyerek suçluluk yaşadığını, tamam oldu-yok o değil diyerek obsesyon fazzında takılıp kaldığını, en sonunda sergilenebilir/sunulabilir, bitti dediğini, isterik bir seperasyon anksiyetesi yaşadığını görürüz.

Freud’un ‘Rüyaların Yorumu’ adlı eserinde dillendirdiği ‘yoğunlaştırma’ teriminin, Jacobson’un Dilbilimi’nde ‘metafor’ (istiare; eğretileme) terimine; Freud’un ‘yerdeğiştirme’ teriminin ise, Jacobson’un ‘metonimi’ (mecaz; düzdeğişmece) terimine denk geldiğini gören Lacan, Freud ile Jacobson arasında yapısal bir bağıntı kurmuştur ve ‘bilinçdışı’nın dil gibi yapılandığı’nı öne sürmüştür. Dil denilen bu simgesel ağın özneden bağımsız işleyen bir yapısı vardır. Eagleton da, Edebiyat Kuramı’nda, sanat yapıtnın üretim süreci ile rüyaların dili arasında benzerlikten söz eder. Dil ve rüya, her ikisi de, öznenin seçtiği şeyler değildir, öznenin maruz kaldığı şeylerdir. Bunun üzerinden Hilmi Yavuz, parapraksis ile ilham’ın aynı ontolojik düzeye konulabilirliğini tartışmaya açmıştır. Sanatçıya ‘ilham’ olarak doğan bu bilinçdışı semptom, yani, ilk imge; yapıtın anlamı (Umberto Eco’nun ifadesiyle ‘metnin niyeti’, Michael Riffaterre’ın ifadesiyle ‘metnin matris’i) değildir, der.


Artaud: ‘metin yazarak espası doldurmak istiyorum’, der. Lacan da hezeyan’ı, simgesel zincirdeki (patolojik) boşluğun doldurulması çabası olarak tanımlar. Sanat ile psikopatoloji arasındaki ilişkiye odaklanan araştırmalar; yaratıcılığın bipolar bozukluğun manic epizotunda en üst düzeyde gerçekleştiğini bizlere söylüyor. Belki de buna en iyi örnek tüm eserlerini -Fransızca telaffuzuyla yazıyorum- mani(y)ak olduğu fazlarda yazan Honoré de Balzac’tır. Toulous-Lautrec: ‘Ayaklarım biraz daha uzun olsaydı resim yapmazdım’ diyerek yaratmak ile aşağılık kompleksi arasında bir ilişkinin olduğunu bizlere düşündürtüyor. Her ödip kompleksi olan Dostoyevski olmuyor elbet! Ama Einstein şizoid olmasaydı, Rousseau paranoid olmasaydı böyle eserler yaratabilirler miydi?


Mixer Galerinin hali hazırdaki sergisinde, farklı disiplinlerden 28 sanatçının işleri, 27 Mart’a kadar ‘teşhir’ ediliyor. Kollektif bir küratözlükle ve küratörlükle hazırlanan sergi, kendini ‘voyeus’ ve/veya ‘voyeur’ bilenlere entelektüel bir orji imkanı sunuyor.


Selçuk ÇELİK

0
5905
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage