25 EYLÜL, PAZAR, 2016

“Eğer Birisi Eline Silah Alacaksa Benim Müziğimi Dinlemesin”

Bu sene yirminci yılını kutlayan Kultur Shock’un müziğini tanımlamak hiç de kolay değil. Pek çok janrın iç içe geçtiği müziklerini tanımlamak gibi bir dertleri de yok zaten. Grup üyelerinin de tıpkı müzikleri gibi çok kültürlü olduğu Kultur Shock’un vokali Gino Srdjan Yevdjevich ve gitaristleri Mario Butković Bosna Hersekli, Val Kiossovski Bulgaristanlı, davulcusu Chris Stromquist, saksafoncusu ve klarnetçisi Amy Denio Amerikalı, basçısı Masa Kobayashi ise Japonyalı. Bu sene Nilüfer Fest kapsamında dinleyiciyle buluşan ve kendini “mavi yakalı göçmenler” olarak tanımlayan grubun solisti Yevdjevich ile bir araya geldik.

“Eğer Birisi Eline Silah Alacaksa Benim Müziğimi Dinlemesin”

Dışarıdan bakıldığında grubunuz için çok kültürlü demek çok kolay, fakat içerisinde olan biri olarak siz bunu nasıl tanımlıyorsunuz?

İçeriden biri olarak şunu söyleyebilirim, bunu hiç düşünmedik. Bu gruptaki insanların amacı bu değildi. Daha ziyade kendiliğinden olan bir şey bu. 54 yaşındayım ve 20 yıl oldu. Bu gruptan önce her gün televizyonda gördüğünüz pop müzisyenlerinden biri olarak bir müzik yaşantım vardı. Fakat savaştan sonra artık ticari amaçlı hale gelmiş bu müziği yapmak istemedim, çünkü ölümle yüz yüze geldim. Savaşı görünce yarın ölebilirim duygusunu yaşadım ve bundan böyle sadece neyi gerçekten istiyorsam ve seviyorsam onu yapmaya karar verdim. Para için istemediğin ve inanmadığın bir şeyi yapmanın anlamı yok çünkü. Bu yüzden aklım başıma geldi ve harp zengini olduğumu düşünüyorum. Grup olarak da şanslı olduğumuzu düşünüyorum, Bosna’dan, Bulgaristan’dan, Japonya’dan, Amerika’dan gelen insanlarız. Bu bizim için çok normal. Dünyanın batısındaysanız yalnızsınız ve ailenize sarılmanız gerek, bu grup bizim için bir aile gibi. Dışarıdan çok kültürlü gibi gözüksek de bu bizim için oldukça sıradan diyebilirim bu yüzden. 

Önceki röportajlarınızdan birinde bir yerin yerli halkıyla buluşmayı para kazanmaktan daha çok sevdiğinizi söylüyorsunuz. Yerel halkla nasıl bir ilişki kuruyorsunuz, sizi nasıl etkiliyor?

Evet doğru. Önce para üzerine konuşacak olursam, benim için bir şeyi paradan çok sevmek zor değil çünkü parayı hiç umursamıyorum. Sadece bazen yapmak istediğiniz şeyleri gerçekleştirmek için gerekli bir araç. İki milyon euro’m olsaydı ve hayatım boyunca çalışmak zorunda olmasaydım da yine bu işi yapardım. Aynı grupla çalar, aynı turları düzenler, aynı insanlarla vakit geçirirdim. İkinci kısma gelirsek, insanlar büyüleyiciler. İnsanların gözlerinin içine bakmayı seviyorum. Konser sırasında seyircilerin arasına indim, bu benim yaptığım bir şey değildi, bunu onlar yaptı. İnsanları çok seviyorum, her kültürü seviyorum. Aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. Hepimiz aynıyız. Dünyanın neresine gidersem gideyim bu böyle. Bu, hayatta kalmamızın da bir yolu. Ayrıca müzik bana bunu sağlıyor, dünyanın farklı yerlerine gidip insanlarla göz göze gelebiliyorum. Bu inanılmaz bir şey.

Müziğiniz pek çok janrın da bir araya gelmesinden oluşuyor. Bunun için nasıl bir teknikle ya da motivasyonla hareket ediyorsunuz?

Bilmiyorum. Altı kişiyiz ve çalarken içimizden biri çıkıp burayı değiştirelim burası sıkıcı dediğinde tamam deyip dönüştürüyoruz. Bu artık bizim tarzımız haline geldi. Çünkü iyi anlamda bencil insanlarız. Aslında içimizden nasıl geliyorsa öyle yapıyoruz ve bu kendiliğinden bir tarza dönüşüyor. Grup kurulalı yirmi yıl oldu ve bunca zamanın sonunda şunu söyleyebilirim, bir şeyleri bilinçli olarak kullanmıyoruz; neyi seviyorsak onu müziğimize katıyoruz. On albüm, iki single, belgeseller filmler pek çok şey yaptık ve hemen hemen tüm janrları kullandık sanırım. Swingden, caza, metale pek çok farklı şekilde çaldık, bence müziğimiz, şarkı sözlerimiz hepsi kendi yaşantısına sahip. Biz sadece bunları hayata geçiren birer enstrüman gibiyiz. Ve bu yüzden her birimiz çok şanslıyız. Çünkü hiçbir zaman şu piyasa koşullarında ne satar diye düşünerek hareket etmedik ya da organize olmadık. O yüzden bu üzerine çok düşündüğümüz bir şey de olmadı, kendiliğinden oldu. Herhangi bir zaman makinası beni geçmişe göndermediği sürece benim bir yurdum olamayacak. Bu yüzden her şey içimde. Dünyaya bak, mahvolmuş durumda, organize din hareketi hepimizi öldürüyor. Dünyanın neresinde olursa olsun bu böyle. 

Geleneksel olan ile modern arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz peki?

Bu çok doğal şekilde gelişiyor aslına bakarsanız. İzleyici bizi sahnede izlerken müziğimizdeki geçişlere belki şaşırıyor fakat bu hayat gibi. Nasıl ki hayat tahmin edilemez bir akış içindeyse bizim müziğimiz de öyle. Bunu planlayarak yapmıyoruz. Seninle tanışana dek hayatım farklıydı, şimdi seninle tanıştım ve bundan sonra başka olacak; yaşantılarımız birbirini her durumda etkiliyor. Belki söylediklerime katılacaksın belki bir daha düşünmeyeceksin bile ama bir kere seninle buluştuk ve bundan sonra hayatımız aynı olmayacak. Müziğin de bize yaptığı şey tam olarak bu. 

Grup içinde iletişimi nasıl sağlıyorsunuz peki, müzikal anlamda da?

Çok fazla tartışıyoruz. Tartışmak da zorundayız çünkü çok çeşitli bir tarzımız var. Ama bunu seviyoruz ve birbirimizi de çok seviyoruz. Bu sayede bu müziği yapabiliyoruz zaten. Grubumuzun temeli de bu zaten sevgi. Ve bu sevgi insanlara da geçiyor diye düşünüyorum. 

Aslında isminiz kendi kendine çok şey anlatıyor, fakat isminizin hikayesi nedir?

Biz aslında akustik bir müzik grubu olarak yola çıkmıştık. Webmeister Sözlüğü’nde “kültür şoku”nun anlamı kişinin herhangi kültürel bir alanda diğer insanlara göre kendini değerlendirememesi durumundan doğan endişe olarak tanımlanıyor. Müziğe başladığımda bu şoku yaşadım, aniden ortaya çıkan lokal insanlarla uyum sağlayamama endişesini yaşadım. 

Konser öncesi izleyiciden herhangi bir beklentiniz var mıydı?

Asla izleyiciden bir beklentim olmaz. Dürüst olmak gerekirse konserlerden önce lanet bir insana dönüşürüm. Bir seferinde kendi vatanımda, Saraybosna’da sahne alacaktım, konsere yedi bin kişi bilet almış aradılar ve nerede olduğumu sordular, soundcheck’ten önce geleceğimi söyledim. Fakat soundcheck başladığında hâlâ gitmemiştim. Sonra annem aradı ve ne zaman gelmeyi düşünüyorsun diye sordu, konserden önce geleceğim dedim ve annem belki de gelmemelisin diye azarladı. Konser mükemmeldi ama öncesinde herhangi beklentim yoktu hakikaten. Seyirciden böylesi bir reaksiyon beklemiyordum. Çünkü kaç kişinin bizi tanıdığı ya da bildiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Fakat herkes oradaydı ve şarkılarımıza eşlik ediyordu. Biz alternatif bir grubuz, şarkılarımız da öyle ve bu hiç beklediğimiz bir şey değildi. 

Dünya üzerinde ırkçılık son yıllarda iyice ivme kazandı, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Herkesin aklında insanlara dair birtakım fikirler vardır. Beyaz insanlar şişmandır ve aptaldır, siyahiler suça yatkındırlar çünkü tembeldirler, Latinler uyuşturucu satıcısıdır, Asyalılar İngilizce konuşamaz, araba kullanamaz fakat dünyanın en zengin insanlardır; sadece ben ve benim milletimden olan insanlar mükemmeldir... Burada şuna dikkat etmek gerekiyor, neyin ırkçılığın tanımı olduğuna. Yani genel olarak bakıldığında birtakım stereotipler söz konusudur. Stereotipler her ırkın kendi inşasının ürünüdür. Bu ırkçılığın da başlangıcı. Siyahiler çalışmayı sevmez kadar saçma bir şey var mı ya da Latinler uyuşturucu taciri ne demek, dünyanın en çalışkan insanları hepsi. Irkçılık ne yazık ki insan zihninin en doğal yapı taşı. Senin gibi görünmeyen bir insanı yargılamak insanların yapabileceği en kolay şey. Bu korkunç ve bence bu yeteri kadar bilmemekten kaynaklanıyor. Savaş esnasında çok fazla insan ve kan gördüm. Sanırım bu benim kişisel mücadelem haline de geldi. Irkçılıkla her yerde savaşacağım, çünkü bunu aktif olarak gördüm. Bundan kaçmayacağım, buna meydan okuyacağım, her ne şekilde yapabiliyorsam dedim ve şimdi müzik sayesinde en iyi şekilde yaptığıma inanıyorum. Ama bu mücadelenin bittiği anlamına gelmiyor. İnsanların aptal olduğunu düşünmüyorum fakat çoğu zaman yanlış kararlar alıyorlar. Kimse birbirinden daha zeki değil. Havalı göçmenler ve havalı olmayanlar diye bir şey var, müzikte bile. Eğer para getiriyorsan, meşhursan farklı muamele görüyorsun. Fakat her ne olursa olsun bir yere gidip çalışıp ter döküyorsun ve hiçbir farkı yok aslında. Bunu aslında kendi içimizde de yapıyoruz, bir gay aktivisti başka bir konuya dair bir gösteride göremeyebiliyorsun, yani ırkçılığa uğradığını düşünenler bile ırkçılık yapabiliyor. Oysa birbirimize kenetlenmemiz lazım. New Yorker’da bir köşe yazarı fanlarımızı kendimize benzettiğimizi söyleyerek saldırmıştı, çünkü göçmenlere dair sarkastik pek çok şarkımız var. Aslında ona tam olarak istediği şeyi vermiştim ve bu onu incitmişti. 

Peki tam da bu durumun üzerine çok kültürlü bir grup olarak siz üzerinizde herhangi bir sorumluluk hissediyor musunuz, dünyaya karşı?

Yirmi yılın ardından tüm kalbimle buna evet cevabını verebilirim. İnsanların başına kötü bir şey gelmesi en büyük korkum. Bu birincisi, hayat en önemli şeydir. Ve evet elbette bir sorumluluk hissediyorum. Kelimelerimin kimsenin serçe parmağını bile incitmesini istemiyorum. Fakat sadece çiçekler hakkında şarkı söyleyemeyiz çünkü dışarıda binlerce can sıkıcı şey oluyor. İnsanları anlamak en büyük derdim. Eğer biri eline silah alacaksa benim müziğimi dinlemesin. 

0
4046
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage