GÜNDEM
  • 28-03-2024

    Al’York, Warships isimli üçüncü stüdyo EP’sini müzikseverlerle buluşturdu.

    Bas ve vokalde Gizem Çanka, gitar ve vokalde Ediz Steel, davul ve vokalde Renan Güçyener’den oluşan Al’York’un yeni EP’si Warships, Hayyam Stüdyoları’nda Sinan Sakızlı ve Ceylan Akçar tarafından kaydedildi. EP kapak tasarımı Jeremy Steel imzası taşırken, EP’nin mix ve masterı Ediz Steel tarafından yapıldı.

    Warships EP’sinde Al’York, önceki EP’lerini kaydettikleri iki günlük stüdyo maceralarının üstüne gidip, kendilerini dokuz gün boyunca Hayyam Stüdyoları’na kapattılar. EP’de grubun konserlerinde filizlenen şarkılarının kaydedilmiş son hâlleri yer alıyor.

    ​Al’York, Warships isimli yeni EP’sini buradan dinleyebilirsiniz.

    0
    0
    225
  • 28-03-2024

    Akbank Sanat, bilgisayar oyunları dünyasını sanatla bir araya getiren “Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası” başlıklı sergiyi 18 Mayıs tarihine kadar sanatseverlerle buluşturuyor.

    Zeynep Arınç ve Güven Çatak’ın küratörlüğünü üstlendiği “Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası” başlıklı sergi, günümüzde bilgisayar oyunlarının hayatımızın vazgeçilmez bir parçası hâline gelmesini irdeliyor. Oyunların sanatla bütünleştiği işlerden oluşan sergi, bilgisayar oyunlarının, bir eğlence aracı olmanın ötesine geçtiğini, eğitimden sanat dünyasına kadar geniş bir yelpazede etkileşimli deneyimler sunduğunu savunuyor. Böylece, bu oyunların sosyal etki ve farkındalık yaratma potansiyelini de ele alıyor. Sergi, aynı zamanda bilgisayar oyunlarının çağdaş sanat dünyasıyla alışverişini ve bu alandaki çeşitliliği ve yenilikleri de keşfetmeyi amaçlıyor. Sergi, bilgisayar oyunlarının sanatla buluştuğu, yaratıcı bir platform oluşturarak sanatseverleri ve oyun tutkunlarını bir araya getirmeyi hedefliyor. Akbank Sanat, Türkiye’de ilk defa bu çapta bir sergiyle çağdaş sanat ve bilgisayar oyun ilişkisine meraklı bir bakış atarak, disiplinlerarası bir kesit sergileyeceği “Oyun Odası”na izleyiciyi davet ediyor.

    Gerçek dünya ile oyun dünyalarının birbirine geçmesi ve hatta birbirine taşmasını kendine ilham alan sergide dünya çapında tanınmış sanatçıların ve oyun tasarımcılarının eserleri izleyiciye sunuyor. Avustralyalı ödüllü oyun tasarımcısı Ken Wong’un izleyiciyi duygusal bir yolculuğa çıkaran oyunu Florence; Total Refusal’ın çok ödüllü eseri Hardly Working; kültürel miras, tarih ve sanatsal temalı oyunlarıyla We Are Muesli; Jon Haddock’un hepimizin hafızasına kazınmış hem tarihsel hem de kurgusal olayları video oyunu stilinde yeniden yorumladığı İsometric Screenshots ve Ouchhh’un ilk oyunu Ra Atlas sergilenen eserler arasında yer alıyor.

    Sergi kapsamında Bahçeşehir Üniversitesi Oyun Laboratuvarı (BUG Lab) tarafından düzenlenen atölyeler ve söyleyişiler sanatseverlerle buluşacak. Bu etkinliklerle, oyun teknolojilerinden akademik çalışmalara kadar geniş bir yelpazede katılımcıların bilgilendirilmesi amaçlanıyor. Yan etkinlikler kapsamında Değişim için Sanal Gerçeklik, Oyun için İllüstrasyon, Kutu Oyun Tasarımı gibi atölyeler düzenlenirken; Koray Birand, Murat Palta, Murat Kalkavan, Can Oral, Diğdem Sezen ve Ouchhh – Ferdi Alıcı gibi konuşmacılar konuya derinlemesine bir bakış sunacaklar. Milano’dan gelen We Are Muesli (Claudia Molinari, Matteo Pozzi) ikilisi, İtalyan Kültür Merkezi İstanbul’un desteği ile “Benzersiz Oyunlar Yaratmak İçin Kimliğinizden Yararlanın” atölyesini düzenleyecekler. 

    Zeynep Arınç’ın sergi tasarımını üstlendiği “Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası”nda; Amanita Design, BUG Lab, Eddo Stern, Emi Kusano, Jon Haddock, Ken Wong, Kristin Lucas, Murat Kalkavan, Ouchhh, Petra Szeman, Total Refusal, UCLA Game Lab, We Are Muesli yer alıyor.

    ​“Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası” başlıklı sergiyi 18 Mayıs tarihine kadar pazar ve pazartesi hariç her gün 11.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

    0
    0
    260
  • 28-03-2024

    43. İstanbul Film Festivali kapsamında 24, 25 ve 26 Nisan’da düzenlenecek Köprüde Buluşmalar’ın “Köprüde Buluşma: Dizi” seçkisi belli oldu.

    Anadolu Efes’in ana destekçisi olduğu Köprüde Buluşmalar, Türkiye’den yapımcı, yönetmen ve senaristleri uluslararası sinema profesyonelleriyle bir araya getiriyor. OGM Pictures sponsorluğunda gerçekleştirilecek atölyede altı dizi projesi yer alacak. Seçkide yer alan altı projenin ekibi (yazar, yönetmen ve yapımcı) Köprüde Buluşmalar tarafından hazırlanan atölyelere katılarak projelerinin geliştirme ve yapım aşamaları üzerine çalışacak. Köprüde Buluşmalar’da film profesyonellerine açık yapılacak sunum oturumlarının ardından proje ekipleri jüri ve televizyon profesyonelleriyle (yapımcılar, dağıtımcılar, televizyon kanallarından ve dijital platformlardan temsilciler) birebir toplantılar yapacak. Köprüde Buluşma: Dizi Atölyesi jürisinde oyuncu Ahu Türkpençe, yapımcı İnci Gülen Oarr ve senarist Nilgün Öneş yer alacak. Atölye sonunda seçilecek bir proje 60.000 TL değerindeki OGM Pictures Özel Ödülü’nü kazanacak.

    Seçkide yer alan projeler:
    Bırak Konuşsunlar (yön. Ali Kemal Güven, yap. Seda Özkaraca, yazar Ali Kemal Güven, Barış Gönenen, Hakan Ataman)
    Gökçeada (yön. Ozan Yoleri, yap. Alara Hamamcıoğlu Bayraktar, yazar Ozan Yoleri)
    Ladies (yön. Sefa Öztürk, yap. Diloy Gülün, yazar Sefa Öztürk)
    Sefillerin Gücü (yön. Biene Pilavci, yap. Max Milhahn, yazar Biene Pilavci)
    Serkan (yön. Can Pehlivanlı, yap. Nesra Gürbüz, yazar Sinan Berksöz)
    Yanan Otelin Hayaletleri (yön. Ahmet İlker Coşkun, yap. Deniz Bayraktaroğlu, yazar Deniz Bayraktaroğlu, Ahmet İlker Coşkun)

    Ayrıca, Köprüde Buluşmalar’ın 7. Kısa Film Atölyesi’ne yapılan 74 başvuru arasından atölyeye katılacak 7 proje belirlendi. Başvurular arasından seçilen yedi kısa film projesinin yazar, yönetmen ve yapımcıları, sinema sektöründen deneyimli eğitmen, yazar, yapımcı ve film festivali program sorumlularıyla grup çalışması yapacak. Çalışmalarda senaryo geliştirme, prodüksiyon, proje dosyası hazırlama ve proje sunumu konularına odaklanılacak. Film topluluğu arasındaki bağı güçlendirmeyi, paylaşımı artırmayı amaçlayan Kısa Film Atölyesi’nde kısa filmleri üzerine çalışan sinemacılar, bu yıl ilk kez uzun metraj ve televizyon dizileri üzerine çalışan profesyonellerle birlikte çalışma imkânı bulacak. Böylelikle bağlantılarını sağlamlaştırırken film sektörünün beklentilerini daha iyi anlama ve yeteneklerini geliştirmenin yanı sıra projelerinin ayrıntısına inerek kendilerine özgü yönlerini keşfedecek. Seçici kurulda Celine Roustan (Film Program Sorumlusu), Florian Fernandez (Cannes, Endüstri), Hakim Mao (Initiative Film) ve Onur Sefer’in (Senarist, Yönetmen) yer alıyor.

    Seçici kurul tarafından seçilen projeler:
    Belli Belirsiz İşaretler (yön. Harun Yel, yap. Esra Güzel)
    Canavarlar Gerçek Midir? (yön. Sertaç Koyuncu, yap. Diler Ercan)
    Erken Hisler (yön. Nurlan Hasanli, yap. Emre Sefer, Fahriye Ismayilova)
    Gemi Sakinlerinin Dikkatine (yön. Selen Örcan, yap. Erinç Durlanık)
    Sudan Daha Koyu (yön. Kaan Tığlı, yap. Cezmi Çağan Tığlı)
    Yerçekimi (yön. Dalya Keleş, yap. Didem Nur Yayman)
    Yersizyurt (yön. Ali Baran Baz, yap. Umut Karahan)

    ​Köprüde Buluşmalar hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    188
  • 28-03-2024

    Ferda Art Platform, Seydi Murat Koç’un “Hafif Metal” sergisini Ana Salon’da, Nisan Talaz’ın “Bilinmeyen Bir Yer” sergisini ise Proje Alanı’nda 27 Nisan’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.

    Prof. Marcus Graf’ın küratörlüğünü üstlendiği, Seydi Murat Koç’un “Hafif Metal” başlıklı kişisel sergisi, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi merkezine alarak, bizlerin doğanın bir parçası mı yoksa üzerinde mi olduğumuzu sorgulatan, düşündürücü bir bakış açısı sunuyor. Sanatçı, metal plakalar üzerindeki resimler ve üç boyutlu heykeller aracılığıyla, kültürel ve ontolojik soruları ele alırken, izleyiciyi çevremizdeki yaşam formları ve insan uygarlığı arasındaki bağlantıları düşünmeye davet ediyor. Sergi, sanatçının estetik ve biçimsel olarak zengin çalışmalarıyla, insanın doğadaki yerini ve çevresiyle olan ilişkisini yeniden değerlendirme fırsatı sunuyor. Sergide sanatçı farklı teknikler üzerinden doğa ve insan ilişkisini sorguluyor.

    Seydi Murat Koç yeni sergisi hakkında şunları söylüyor: “3 yıldır üstüne çalıştığım yeni serim Light Metal, hem iki boyuttan üç boyuta geçiş yaptığım, hem malzemenin olanakları üstüne daha çok araştırma yaptığım, kendimi de malzemeyle de sınadığım bir dönemin eseri. Tematik olarak önceki serilerimde yer alan doğa, insan çatışması yine benim için odak niteliği taşıyor. Bir insan ideali olarak ‘kusursuz güzellik’ etrafında dönen doğallık, yapaylık tartışması ise yine bu ana odağımla ilişkili bir ikincil tema.”

    Nisan Talaz’ın seramik çalışmalarından oluşan “Bilinmeyen Bir Yer” sergisi, Ferda Art Platform Proje Alanı’nda izleyiciyle buluşuyor. Tabiatın eşsiz ve özgün yaratılarını kendine ilham kaynağı alan Nisan Talaz, üretiminde gördüğü ve hayal ettiği tüm alanlardaki formları dönüştürerek doğaya uyumlu yeni formlar üretiyor. Doğanın en yalın ve formsuz parçalarından biri olan kil, sanatçının hayal dünyasını şekillendiriyor ve ortaya alışılmışın dışında mimari formları anımsatan eserler ortaya çıkıyor. Sanatçının doğa ile uyumlu manzaraları görmek ve içinde yaşamak hayali ile yarattığı seramik eserler tıpkı doğal formlar gibi ham ancak incelikli bir estetiğe sahip.

    Künye:
    1. Nisan Talaz “Bilinmeyen Bir Yer” , Yeniden Geldim Dünyaya, 2022 Şamotlu kil, elle şekillendirme 27 x 25 x 43 cm
    2. Nisan Talaz “Bilinmeyen Bir Yer” , Kalabalıklar İçinde, 2024 Stoneware kil, elle şekillendirme 50 x 40 x 14 cm
    3. Seydi Murat Koç “Hafif Metal”, Dünyanın Düşmanı Serisi I, 2024 Enemy of the World I, 2024 Alüminyum üzerine yağlı boya Oil on aluminium 150 x 33 x 33 cm
    ​4. Seydi Murat Koç “Hafif Metal", Mutasyon Serisi III, 2024 Mutation Series III, 2024 Alüminyum üzerine yağlı boya Oil on aluminium 180 x 104,5 cm

    0
    0
    203
  • 28-03-2024

    Fransız düşünür ve yazar Oscar Brenifier’in çocukları hayatı değişik açılardan sorgulamaya davet ettiği “Filozof Çocuk” serisinin endişe, kaygı ve korku duygularına dikkat çektiği kitabı Hiç Korkmadan Yaşamak Mümkün mü?, Fred Benaglia’nın resimleriyle ve Zeynep Büşra Bölükbaşı’nın çevirisiyle Tudem Yayınları’ndan çıktı.

    “Filozof Çocuk” kitapları, kendileriyle ve dünyayla ilgili önemli sorular soran tüm çocuklar için bir düşünme pratiği sunarken, kalıplaşmış yanıtlar yerine eleştirel olanları tercih eden yetişkinler için ise bir rehber oluyor. Brenifier bu kitabında da çocuklardaki endişe, kaygı ve korku duygularına dikkat çekiyor.

    “Korkmamak mümkün mü? Tehlikesiz bir dünyada yaşayabilir miyiz? Cesur olmayı öğrenmeli misin?” gibi küçüklerin zihinlerini kurcalayan büyük soruları düşüncelerle oynamak ve görünenin arkasına çocuk gözüyle bakmak için masaya yatırıyor. Hayatı, uçsuz bucaksız büyük bir oyun alanına benzeten Brenifier, yaşama dair ufuk açıcı sorular aracılığıyla taze beyinleri doğru düşünmeye yönlendiriyor.

    0
    0
    214
  • 28-03-2024

    Rebecca Solnit’in felaketlerin ardından ortaya çıkan insan topluluklarının hikâyelerini ve dayanışma ruhunu incelediği Cehennemdeki Cennet, Abdullah Yılmaz’ın çevirisiyle Alfa Yayınları’ndan çıktı.

    Bu kitap “felaket toplulukları”nın paradoksunu mercek altına alıyor. Kitap, tarihsel ve çağdaş örneklerle, felaket sonrası toplumların nasıl bir araya gelip dayanışma içinde çalışabileceğini ve bireylerin olağanüstü koşullar altında nasıl birlikte hareket edebileceğini gözler önüne seriyor ve tüm bunları yaparken sistemi eleştiriyor.

    ​“Herkes kriz zamanı kendisini yalnız hisseder... Böyle olmak zorunda değil. Aslında eşsiz Rebecca Solnit'in uzun, dolambaçlı, parlak kariyeri boyunca, özellikle de bu kitapta gösterdiği gibi, öyle olmamalı. Cehennemdeki Cennet derin bir teselli sunuyor, sadece çaresizlik duygularına değil, yalnızlığa da bir panzehir olarak.” – David Wallace Wells, New York Magazine

    0
    0
    248
  • 27-03-2024

    Glass Beams’in Mahal isimli yeni EP’si Türkiye’de GRGDN Müzik temsilciliğindeki Ninja Tune etiketiyle yayımlandı.

    EP’den yayımlanan “Mahal teklisi bugüne kadar 6 milyon dinlenmeye ulaşırken, Mahal (Live) performans videosu 2.4 milyon izlenmeye ulaştı. Grup üyeleri ve grubun kökeninin altında farklı bir hikâye yatıyor. Melbourne merkezli üçlünün doğuşu, kurucu üye Rajan Silva’nın 1970’lerin sonlarında Hindistan’dan Melbourne’a göç eden babasının çocukluk anılarından ortaya çıkıyor. Silva, babasıyla tekrar tekrar izlediği bir DVD’yi hatırlıyor; 2002’de Londra Royal Albert Hall’da, efsanevi sitar sanatçısı Ravi Shankar ile kızı Anoushka’nın sahne aldığı, ikonik sanatçılar Eric Clapton, Paul McCartney ve ELO’dan Jeff Lynne’in de performans sergilediği eski Beatles üyesi George Harrison’a saygı konseri “Concert for George”. Müzik tarzlarının bu kesişimi, ikonik Bollywood vokalleri Asha Bhosle ve Mangeshkar sesleriyle, B.B. King ve Muddy Waters gibi blues efsanelerinin birlikte yer aldığı Silva’nın babasının plak koleksiyonuna da yansıyor. Özellikle Silva, R.D. Burman, Ananda Shankar ve kardeş Kalyanji-Anandji gibi sanatçıların öncülüğünü yaptığı Batı müzik tarzları ile geleneksel Hint müziğinin birleşimine ilgi duyuyor. Doğu ile Batı’nın, eski ile yeninin bu karışımında ortaya çıkan bu duyguyu grup kendi çalışmalarında yakalamaya çalışıyor.

    Dijital olarak yayımlanan Mahal, EP 17 Mayıs’ta Ninja Tune etiketiyle plak olarak da piyasaya sürülecek. Glass Beams’in Mahal isimli yeni EP’sini buradan dinleyebilirsiniz.

    Mahal
    1. Horizon
    2. Mahal
    3. Orb
    4. Snake Oil
    ​5. Black Sand

    0
    0
    228
  • 27-03-2024

    Uğur Cinel’in “Bildiğimiz Dünyanın Sonu” başlıklı kişisel sergisi 4 Mayıs’a kadar PİLOT Galeri’de sanatseverlerle buluşuyor.

    Uğur Cinel’in ilk kişisel sergisi “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”, bir ağacın yaşam şekliyle dünyaya telkinde bulunmasını ele alıyor. Ebedi olana atfedilen katılıktan uzak fakat köklü bu yaşam biçimi, faniliğine rağmen devinimini sürdürüyor. Bitkilerin hücreler arası iletişimi onları dünyanın en uç noktalarına yayıyor ve hayatta tutuyor. İlk bakışta hareketsiz zannedilen bedenlerin birbirleriyle kurduğu ağ, en zorlu koşulları yaşam alanına dönüştürüyor. Cinel, belleği en iyi şekilde koruyan malzemelerden olan taşı kullanarak zamana acelesi olmadan yayılan bu türü heykelleştiriyor. Sergi, yerini değiştirmeden bekleyerek, görünen ağaçların yaşamından ilhamla birlikte hayatta kalmak üzerine düşünüyor.

    Cinel, etrafı zeytin ağaçlarıyla çevrili atölyesinde bir gelecek dünya manzarası görüyor. Bu dünya yalnızca zeytin ağaçlarının yaşamını sürdürdüğü bir yer. Zeytin ağaçları, kutsal kitaplarda ve efsanelerde ölümsüzlüğün simgesi olarak tasvir ediliyor. Sanatçı, şair Homeros’un İlyada Destanı’nda kaleme aldığı dizelerdeki gibi, zeytin ağaçlarıyla kurulan ölümsüzlük bağından esinlendiği heykelleri aracılığıyla geçmişin izlerini geleceğe taşıyor.

    Cinel, bu sergide zeytin ağaçları aracılığıyla yarattığı gelecek tasvirinde insanlığın ve dünyanın sonuyla ilgili bir öngörüde bulunuyor. Sanatçı, Eski Ahit’teki Nuh Tufanı’na referansla mevcut dünyanın son bulacağı bir zaman dilimine odaklanarak zeytin ağaçlarının zarar görmeden yaşamaya devam ederek yeni bir başlangıcın ve umudun sembolü hâline geldiği bir dünya tasarlıyor. Sanatçı heykelleri aracılığıyla insanlığın, doğanın ve dünyanın geleceği hakkında derinlemesine düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyor. Zeytin ağaçları, bu düşünce dünyasında umudu ve ölümsüzlüğü temsil ediyor.

    Künye:
    1. Uğur Cinel-Branch No 1, 2023 Marble 42x28x6,5cm
    2. Uğur Cinel-Branch No 2, 2023 Marble 36x41x7cm
    ​3. Uğur Cinel-Branch No 6, 2024 Marble 

    0
    0
    194
  • 27-03-2024

    Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün (ITI) 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi, bu yıl 2023 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Norveçli yazar Jon Fosse tarafından kaleme alındı. Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi ise yönetmen, tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Tamer Levent tarafından yazıldı.

    Jon Fosse’nin Kaleme Aldığı Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi

    “Sanat Barıştır

    Her insan benzersizdir ve yine de diğer insanlara benzer. Dış görünüşümüz tabii ki herkesten farklıdır, bu elbette iyidir ama her birimizin içinde yalnızca o kişiye ait olan bir şey de vardır - kişiye özgü olan. Bunu onların ruhu veya ruhları olarak adlandırabiliriz ya da kelimelerle etiketlemez, kendi hâline bırakabiliriz.

    Ancak hiçbirimiz birbirimize benzemesek de aynıyız. Hangi dili konuşursak konuşalım, ten rengimiz, saç rengimiz ne olursa olsun, dünyanın her yerindeki insanlar temelde birbirine benzer. Aynı anda tamamen aynı ve tamamen farklı oluşumuz bir paradoks olabilir. Belki bir insan temelde paradoksal bir varlıktır, beden ve ruh arasında bir köprü kurarak – hem dünyaya bağlı, somut varoluşu hem de bu maddi, dünyaya bağlı sınırları aşan bir şeyi kapsarız.

    Sanat, iyi sanat, eşsiz olanı evrensel olanla harika bir şekilde birleştirmeyi başarır. Farklı olanı - yabancı olanı da diyebiliriz- evrensel olarak anlamamızı sağlar. Sanat; diller, coğrafi bölgeler, ülkeler arasındaki sınırları yıkar. Sanat sadece herkesin bireysel özelliklerini değil, aynı zamanda başka bir anlamda, her milletin bireysel özelliklerini, örneğin her ulusun, her milletin bireysel özelliklerini de bir araya getirir. Sanat bunu farklılıkları ortadan kaldırarak ve her şeyi aynı hâle getirerek yapmaz, aksine, bize neyin farklı olduğunu, neyin tuhaf veya yabancı olduğunu göstererek yapar.

    Tüm iyi sanatlar tam da bunu içerir: Tamamen yabancı bir şey, tamamen anlayamadığımız ama aynı zamanda bir şekilde anladığımız bir şeyi. Bu bir tür gizemi içerir diyebiliriz. Bizi büyüleyen, sınırlarımızı aşmamıza neden olan ve bunu yaparken de her sanatın hem kendi içinde içermesi gereken hem de bizi yönlendirmesi gereken aşkınlığı yaratır.

    Zıtlıkları bir araya getirmenin daha iyi bir yolunu bilmiyorum. Bu, dünyada ne yazık ki çok sık gördüğümüz, teknolojinin insanın hizmetine sunduğu en insanlık dışı icatları kullanarak genellikle yabancı, benzersiz ve farklı her şeyi yok etme eğilimine kapılan şiddetli çatışmaların tam tersi yaklaşımını içerir. Dünyada terör var. Savaş var. İnsanların, diğerini, yabancıları, büyüleyici bir gizem olarak değil, kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak deneyimleme içgüdüsüyle hareket eden hayvani bir yanı da var. Benzersizlik -hepimizin görebildiği farklılıklar- bu şekilde farklı olan her şeyin ortadan kaldırılması gereken bir tehdit olduğu kolektif bir aynılığı geride bırakarak ortadan kayboluyor. Dışarıdan farklılık olarak görülen şey, örneğin dinde veya siyasi ideolojide, yenilmesi ve yok edilmesi gereken bir şey hâline geliyor. Savaş, hepimizin derinliklerinde yatan şeye karşı verilen bir savaştır, eşsiz bir şeye. Bu aynı zamanda sanata karşı, sanatın derinliklerinde yatan şeye karşı bir mücadeledir.

    Ben burada genel olarak sanattan bahsettim, özellikle tiyatro veya oyun yazarlığından değil, ama dediğim gibi, tüm iyi sanatlar, derinlerde aynı şey etrafında döner, tamamen benzersiz olanı, tamamen özgün olanı evrensel hâle getirmekle. Özel olanı evrensel olanla sanatsal ifade aracılığıyla birleştirmek, özgüllüğünü ortadan kaldırmak değil, bu özgüllüğü vurgulamak, yabancı ve alışılmamış olanın açıkça parlamasına izin vermek.

    Savaş ve sanat birbirine zıttır, tıpkı savaş ve barışın zıt olması gibi- bu kadar basit.

    Sanat barıştır.”

    Tamer Levent’in Kaleme Aldığı Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi

    “Yaşama Sanatının Navigasyonu Tiyatro

    İnsan beyni de hamile olur.
    Ama bu hamilelik bir merak sorusu ile başlar.
    Düşünceler ve kaynaklar bir araya getirilir. Geliştirilir.
    Eksik bilgi varsa ulaşılmaya çalışılır.
    Her şey fikir düzeyinde olgunlaşınca, sıra doğuma gelir.
    Hamilelik süreç, doğan bebek üründür. Onun da büyümesi ve gelişmesi gerekir.
    Sanat, süreç ve ürün devamlılığının hiç bitmeyen gelişmesidir. Tıpkı insanlık tarihi ve geleceği gibi…
    Drama, insanların iç ve dış aksiyonudur. Bu aksiyon ile yaşadığı durumlardır.
    Yani düşünce ve onun dışa yansıması.
    İnsanlık dilsiz olduğu çağlarda birbiriyle drama aracılığıyla anlaşmıştı.
    Ses, taklit ve bedensel anlatımlar ile, doğaçlama olarak durumları canlandırmış, iletişim kurmuştu.
    Bu iletişim, ona düşüncenin ihtiyacı olan deneyimleri ve bilgileri sağlamıştı.
    Başlangıçta kendisi için rol yapan insan, daha sonra tiyatro alanlarında seyirci olmuştu.
    Aslında tiyatroda sahnelenen kendi hikâyesi idi.
    Yaşam sahnesinin gerçek oyuncuları, deneyimcileridir onlar.
    Yaşamlarına ayna tutan sahnedeki insanlar ise, yaşam sanatı yolculuğuna onları davet eden rehberlerdir.
    Yaşam sahnesinde, eğitim ve öğretim sistemlerindeki ezbercilik yoktur.
    Tiyatro aktörleri, durumları yorumlarken, deneyimcilerin onlarla empati kurabilecekleri yorumlar sunmalıdır.
    Davranışların nedenleri, niçinleri ile, farkındalığı uyaran seçilmiş, çalışılmış, inandırıcı gestuslar kullanmalıdırlar..
    Tiyatro malzemesini toplumdan alır. Kendi laboratuvarında işlemden geçirdikten sonra, tekrar aynı topluma sunar. Süreç ve ürün formülünü harekete geçirir. 
    Yaşamın değişip gelişmesine neden olur. Bu sonu olmayan devinim, her çağın durumlarının özen ile seçilmesi ve çalışılması ile gerçekleşir. 
    Başarı ve başarısızlığın dramalarını seçip, inandırıcılığı ile sorgulamayı uyarabilmelidir aktörler.
    Her zaman yaşantımızda olan felsefeyi, psikolojiyi, sosyolojiyi, sanat düşüncesinin bütün özelliklerini titizlikle dikkate almalıdırlar.
    Her seferinde durumlara özenle ayna tutmak sanatını paylaşmalıdır tiyatro. 
    Ancak o zaman sağlayabilir, deneyimcilerin ona katılmasını, empati kurmasını.
    Bilgileri uygulamaya dönüştüren düşünce ortaklığı kurmasını. Gülmesini, ağlamasını, alkışlamasını…
    Tiyatro düşünmediklerimizi hatırlatıp, bizleri yüzleştirir.
    Ezberlenmiş bilgilerimizle; din, dil ve ırk ile bütünleştiremediğimiz; nedenlerini sorgulamadığımız konuları, insan olma ortaklığında, ders vermeden sorgular.
    Tiyatro ve onun mayası olan drama, düşüncelerimizi harekete geçirir. 
    Yaşamın sanatının gelişip değişmesine engel olan unsurları fark etmemize neden olur.
    Bunlar, kişisel ya da dünya genelinde engeller olabilir. 
    İnsanlık bu çağda yaratılan savaşların da, çocuk katliamlarının da kurgulandığının farkında artık.
    Ama dünyayı var eden insan aklı ve draması bize her dönemde çözümler üretmeyi öğretmedi mi?
    Önemli olan bilgileri ezberlemek değil, düşünce geliştirmek ve uygulamada kullanmaktır. 
    Tiyatro ve drama bize bunu fark ettirir. Örgün eğitim sistemlerine öneride bulunur.
    Yaşamda var olan ve çözülmez görülen sorunları irdelemek ve çözüm üretmek süreçleri yaratır. 
    Süreçleri ve aktörleri hatırlanmayan ürünler kültür oluşturmaz. Bizler, bugün yaşadığımız çağda kat ettiğimiz yolu, yaşama kazandırdığımız değerleri, üstlendiğimiz rolleri yeniden değerlendirmeliyiz. Geleceği düşünebilme deneyimleri paylaşmalıyız.
    Kötü, çirkin ve yanlış ile iyi, güzel ve doğruyu sorgulayabilmek gerçekliğinde yapay zekâdan geri kalmamalıyız. 
    Çünkü dün olduğu gibi, bugün de:
    "Bütün dünya bir sahnedir. Kadın erkek bütün insanlar da onun aktör ve aktrisleridir."
    Yani sürekli devinim ve yaratıcılık süreçleri oluşturan yaratıklar…
    İnsansız bir dünya daha güzel olur muydu? O zaman tiyatro da olmazdı, biz de bunu hiç öğrenemezdik!!!
    Tiyatro ve onun kapsadığı disiplinler, insan yaşamının bütünsel sanat özeni ile düzenlenebilmesinin navigasyonudur. 
    Sanata evet vizyonu yolculuğunun yani…”

    ​Künye: “The Rite of Spring” by Pina Bausch Photo: Maarten Vanden Abeele

    0
    0
    436
  • 27-03-2024

    Ferdi Çetin’in yazdığı, Kayhan Berkin’in yönettiği Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı oyunu 5 Nisan saat 20.30’da Metrohan’da tiyatroseverlerle buluşacak.

    Mekâna özgü bir oyun olarak tasarlanan Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı, izleyiciyi bir anne ile kızının ilişkisi üzerinden, geçmiş ve bugün arasında çeşitli anların odağında değişen ve dönüşen bir semtin peşinde bir yolculuğa çıkarıyor. ba-tiyatro ve H6 Act’in ortak yapımcılığında hayata geçirilen oyunda Ayşe Lebriz Berkem, Kayhan Berkin, Nergis Öztürk ve Okan Urun’a vokal performansıyla Anıl Aslan eşlik ediyor. Ferdi Çetin tarafından kaleme alınan, Kayhan Berkin’in yönetmenliğini üstlendiği oyun, gerçek ve rüya arasında uzanan ilişkiler, kayıplar ve yas duygusunun altını çizerek bugünün canlı bir tablosunu ortaya çıkarıyor.

    “Bir yazarın çalışma odası ile bir ressamın stüdyosu arasında uzanan mekânın buluşma noktası ise Nişantaşı’nda bir evin salonu. Eşleri kırılmış fincanlar, kenarları çatlamış kadehler, açık kalmış bir televizyon, akıp giden görüntüler, unuttuğumuz duygular ve anlatamadığımız hikâyeler bir müzede seyirci karşısına çıkıyor. Bir enstalasyon olarak tasarlanan oyun mekânı bir hikâye anlatmanın ne kadar imkânsız olduğunu gösteriyor.”

    5 Nisan saat 20.30’da Metrohan’da sahnelenecek Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı oyunun biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.

    Künye:
    Yazan: Ferdi Çetin
    Yöneten: Kayhan Berkin
    Dramaturg: Noyan Ayturan
    Dekor Tasarımı: Merve Yörük
    Kostüm Tasarımı: Gül Geçer
    Işık tasarımı: Ayşe Sedef Ayter
    Ses Tasarımı ve Performans: Anıl Aslan
    Fotoğraflar: Aydan Çınar / Sanem Arslantürk / Noyan Ayturan
    Prodüksiyon Asistanı: Furkan Kamil Güder, Dilan Küçük
    Reji Asistanı: Beyza Elçin Işığan
    Yapım: ba-tiyatro & H6 Act
    Oyuncular: (alfabetik sırayla) Ayşe Lebriz Berkem, Kayhan Berkin, Nergis Öztürk, Okan Urun

    Fotoğraflar: Salih Üstündağ

    0
    1
    285
DAHA FAZLA
Geldanlage