10 OCAK, ÇARŞAMBA, 2018

“Sohbet Budur, Böylesi Bizi Oyalar Ve Dinlendirir”

Refik Halid Karay'ın ülkemizin meşrutiyet, mütareke ve cumhuriyet dönemlerine ait yaşantılarını anlattığı ve Minelbab Ilelmihrab'ın devamı niteliğinde olan kitabı Bir Ömür Boyunca üzerine bir yazı.

“Sohbet Budur, Böylesi Bizi Oyalar Ve Dinlendirir”

Refik Halid Karay’ın anılarını içeren Bir Ömür Boyunca okuyucuyu zaman kavramı üzerine, dün ve bugün üzerine düşünmeye sevk eden keyifli bir kitap. Zira bu hatıratın sahibi ülke tarihinin birbirinden çok farklı dönemlerine tanık olmuş Batıcı bir ‘müellif’. Bu bakımdan onun gördüklerinde ve bize aktardıklarında kaçınılmaz olarak renkli ve geniş bir anılar yelpazesi buluyoruz. Refik Halid istibdadı, meşrutiyeti, tek parti devrini ve sonrasını görüyor. Yani o meşhur dizedeki gibi söylersek : Birkaç hayat çıkıyor (Refik Halit’in) yaşamasından. 

Yazıyla Ve Sürgünlerle Örülmüş Bir Ömür, Bir Ömür Boyunca’nın Anlattığı 

Mesela, telgraf / telefon bahsinde anlatılanlar bugün bizim çok ‘acaib’ bulacağımız nitelikte. Şüpheciliği ile meşhur II. Abdülhamit ne elektrikten ne de telefondan hazzedermiş. Sultanın elektrikle ilgili endişesi olası bir yangınken, telefona duyduğu alerji subayların bu yolla haberleşip kendisine karşı birtakım planlar yapmaları ihtimalinden kaynaklanıyormuş. Refik Halid bize o tarihlerde İstanbul’da mektuplaşmanın bile yasak olduğunu anlatıyor, tabii benzer sebeplerle. Akrabaların, dostların birbirine mektup dahi gönderemedikleri, bugünkü koşulları düşününce bizim oldukça distopik bulacağımız bir dönem. Bir ara kartpostala izin verilmiş ama o da zarfsız olması şartıyla!

Refik Halid bu bahsi şöyle bağlıyor:

Derken Meşrutiyet ilan edildi. Hepimiz, “Aman elektrik! Aman telefon!” diye haykırdık. Şurada, burada gaz motöründen kuvvet alan hususi elektrik tertibatı yapıldı; hususi kat telefonları da kuruldu. Devlet daireleri, polis ve emsali de telefona merak sardılar… Hani, yanındaki kolunu el kahve değirmenlerinin sapı gibi çevirerek santrali aradığınız manyetolu telefonlardandı bunlar... İşletmekten kollarımız yoruluyordu. Ama yine de bazı bazı iş görürdü.

Kronolojik sıra izlemiyor kitap, akıcılığa katkı yapan unsurlardan biri de bu. Bir an yazarın çocukluğunda geçen olaylara tanık oluyorsunuz, hemen sonra kendinizi onunla birlikte Bilecik veya Halep’te sürgünde buluyorsunuz. Müellifimiz biraz Mekteb-i Sultani’deki hocalarından bahsediyor, ardından babasıyla (kurşun yağmuru altında) gittiği bir nikah merasimini tebessümlerle hatırlıyor. Dönemin (dönemlerin?) tekinsiz siyasi atmosferi hayatında belirleyici rol oynamış Refik Halid’in. Tevkif edilme korkusu, Rıza Tevfik’e duyduğu muhabbet, 150’likler arasına girişi ve affı, afları… Bundan başka, tıpkı aile doktorlarının yaptığı gibi düzenli olarak evlere gelen aile berberlerinden, atlı tramvay vardacılarına kadar sosyal hayattan bin bir renk şık bir Türkçeyle akıp geçiyor sayfalardan.

Sohbet ve Ciddiyet

Ünlü yazarın İstanbul’dayken ahbaplık ettiği iki Rum kızı vardır; bunlardan biri, Sofia, Refik Halid, Sinop’ta sürgündeyken onun yanına gelmek ister. Muharririmiz bu gönül ilişkisini pek detaylandırmadan  anlatırken araya yine tarihimizle ilgili aydınlatıcı notlar düşer.

…(Sofia) Latin harfleri ile yazılmış Türkçe ifadeli uzun bir mektup yolladı. Bu, pek de zorlukla okumadığım mektuptu ki , bana Türkçenin Latin harfleri ile yazılacağı kanaatini vermişti. Yıllardan sonra bu harfler kabul edilince –yine gurbetteydim- gazetemde Medeniyetin Miftahı (anahtarı) başlıklı bir makale yazarak harf inkılabını övmüştüm.

…Bekir Sıtkı dostumuzla bir mülakat yaparak “Latin harflerinin kabulüne taraftar” olduğumu apaçık bildirmiştim. O kağıdı merhum saklamıştı. Sene 1924 idi, galiba… Yani harflerin resmen kabulünden yıllar önce.


Hafif, duru bir sohbet havası yayılıyor kitaptan, Refik Halid kimi zaman neredeyse sevimli bile diyebileceğimiz bir eda ile anlatıyor yaşadıklarını, öyle bir sohbet ve konuşma hali ki bazen birkaç sayfa önce detaylarıyla anlattığı bir hadiseye başka bir olay için atıf yaparken “bunu yazmıştım galiba” gibi şeyler söyleyiveriyor. Akıcı, samimi, bazen hayatla hafifçe dalga geçen bu kendiyle barışık üslup Türkçenin lezzetini bize duyuruyor.  

Kalemin Kuvveti ve Özgürlüğü

Tabii yazmak, güzel yazmak veya kalemi etkili kullanmak kadar, o kalemin ne için kullanıldığı meselesi de var, yani ‘kağıda dökülen düşüncenin’ özgürlüğü meselesi. Kısaca, kişinin kendisi için yazmasıyla bunu yap(a)maması arasındaki ince çizgi. Bakın, nasıl?

Tanin’in sahibi Hüseyin Cahid, yazarlık yeteneği daha gençlik yıllarında parlayan Refik Halid’i bir gün ofisine davet eder. Partinin ileri gelenlerinden Cavid Bey’in de hazır bulunduğu bu görüşmenin konusu Refik Halid’e yapılan iş teklifidir. Kuşkusuz, Tanin’de yazması ona bol maaş, siyasi ikbal ve cemiyette daha fazla itibar sağlayacaktır. Fakat Refik Halid ‘kalemindeki kuvvete’ daha fazla önem vermektedir:

Bu parlak teklifi neden kabule yanaşmamıştım? Zira beğenmediğim bir hükümetin desteği ile bir gazetede bulunmak ve onun lehine yazmak kanaatime uymuyordu. Esasen hükümet methine girince kalemimdeki kuvvetin düşeceğine, adeta bir nevi seksiyonel diyebileceğim bir nevi dirisizliğe uğrayacağıma inanmakta idim.

Bir Ömür Boyunca
, yazarın yine anılarını içeren Minelbab İlelmihrab’ın devamı niteliğinde. Kitabın sunuş metninde, bu anıların ciddi tarih araştırmalarına kaynak olduğu ifade edilmiş ki bu yazıda  verdiğimiz örnekler de bunu doğrular nitelikte. Her şeye bir yana, Refik Halid sadece Türkçenin tadına varmak için bile okunabilir. ‘Sohbeti için,’ de diyebiliriz...

Bakınız elektrik ve telefondan açılan bahis nerelere geldi. Ama sohbet budur, böylesi bizi oyalar ve dinlendirir. Ağırbaşlısını istiyorsanız bulmakta sıkıntı çekmezsiniz, başınızı bile ağrıtacakları çoktur.

Görsel: 
Ralph Graef

0
5449
2
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle