01 AĞUSTOS, PAZARTESİ, 2016

Nazi Zulmünden New York Sosyetesine Bir Boyalı Kuş

"Gerçek olan, insanın kendi yolunu kendi eliyle çizdiği, geleceğinin tek hakimi olduğuydu. Herkes aynı ölçüde önemliydi. Her şeyden önce de eyleminin yönünü ve amacını bilmeliydi insan. Eyleminin yalnız kendini bağladığına inanan, büyük bir yanlışlığa düşerdi. Bir araya gelen eylemler, yavaş yavaş toplumu kurarlardı." J. Kosinski/Boyalı Kuş

Nazi Zulmünden New York Sosyetesine Bir Boyalı Kuş

Farklı olanı anlama, onun varlığına saygı göstermenin edebi metinlerdeki uzantısı, yansıması ya da bu amacı güden metinlerin niceliği pek az değildir. Niteliğin, nicelikle ne derece örtüştüğüyse meçhuldür. Bu açıdan bakıldığında Jerzy Kosinski, yazdığı az sayıda fakat yetkin romanlarıyla okurlarını nitelik açısından da doyuran çok önemli bir yazardır.

1933 yılında Polonya’da doğan Kosinski çocuk yaşta modernizmin geldiği son noktanın; II. Dünya Savaşı’nın karmaşık dünyası içinde bulur kendini. Nazilerin Polonya saldırısıyla birlikte düşünüldüğünde bu yaşantı bir şahitlik etme mertebesine erişir. Kosinski ailesi tarafından hayatta kalabilmesi için akrabalarına verilir ve onlarla göçebe bir hayat yaşayarak köy köy gezer. Şahit olduğu bir silahlı çatışmadan dolayı konuşma yetisini yitirir ve yıllar sonra yaşadığı bir kazayla bu melekeye kavuşur. II. Dünya Savaşı bitiminde de ailesinin yanına döner.

Jerzy Kosinski'nin çocukluğu

Kosinski’nin hayatı bir nevi “Amerikan Rüyası”dır. Kaçak yollardan gittiği Amerika’da –tıpkı II. Dünya Savaşı’nın farklı bir zaviyedeki aktörü Hamsun gibi- çeşitli işlerde çalışır. Talihi, dul bir demir tüccarıyla tanışıp evlenmesiyle döner, çocukluğu, fiziki yapısı ve Yahudiliğinden dolayı köy köy kaçarak geçmiş olan Kosinski artık New York sosyetesine girmiş bir zengindir. Ölümüyse yaşlı bir adamın sanatçı olarak portresi niteliğindedir; artık eskisi kadar yaratıcı olamadığını, yazamadığını düşünen Kosinski evinin banyosunda başına geçirdiği bir poşetle intihar eder.

Jerzy Kosinski

Edebi metinleri zenginleştiren, onları bir anlamda çağdaş kılan şey şüphesiz onların genel geçer oluşlarıdır. Pek çok metnin son kertede birbirine benzer ya da birbirini andırır nitelikte oluşu geniş bir spekülasyonla genel geçerliğin analitik ya da genetik düzleminden kaynaklanır. Yani iki metin arasındaki benzerlikte yazarlar arası doğrudan bir etkileşimin payı olabileceği gibi -burada Necip Fazıl’ın Shakespeare’den esinlenmesini örnek verebiliriz- toplumların içinden geçtikleri sosyal, siyasal dönemler de benzer ürünlerin ortaya çıkmasına neden teşkil edebilir. Bugün Kosinski’nin Boyalı Kuş romanındaki karakter gibi, yaşamak için ülkesini terk edip Türkiye’ye sığınan Suriyelilerden hareketle benzer bir eser ortaya çıkarılabilir.

Kosinski’nin başyapıtı olan Boyalı Kuş romanı, çocuk yaştaki bir çingenenin Nazi zulmünden kaçışını anlatır. Hayatta kalmak için oradan oraya kaçan çocuk, bin türlü işkenceye maruz bırakılır –hatta işkence sahneleri yer yer okurun sabrını zorlar- ve nihayetinde anne-babasına geri döner.

Roman büyük ölçüde Kosinski’nin yaşamını yansıtır. Kosinski bu romanıyla birlikte üne kavuşsa da ülkesini aşağıladığı için Polonyalıların tepkisini de çekmiştir. Hatta kendisi Amerika’da yaşarken annesine ait Polonya’daki evlerinin taşlanması raddesine kadar varır bu tepkinin boyutu. Pek çok kez ölüm tehditleri de almıştır.

Romana ismini de veren bölüm, metnin genel geçer ve çağdaş olmasının da göstergesi gibidir. Roman boyunca adı belirtilmeyen çocuk bir kuşçuyla yaşamaktadır ve kuşçu, kuşlarını uçmaları için serbest bırakır ve sonra zamanı geldiğinde kafeslerine dönmeleri için, yakaladığı herhangi bir kuşu farklı renklerde boyayarak göğe bırakır. Farklı olan türdeşlerini hazmedemeyen kuşlarsa toplanarak, bu boyalı kuşu gagalarıyla parçalarlar, öldürürler. Her biri bir tarafa dağılan kuşlar, ortak düşman olarak belledikleri farklı bir renkteki kuşu yok etmek için birleşirler. Metnin bize sunduğu usa vurum imkanlarıyla, günümüz toplumunda “queer” kavramıyla nitelenen ve rengarenk bayraklarıyla karşımıza çıkan LGBT’yi de, farklılıkların bir zenginlik olduğu, onlara kıymak, yaşamlarına karışmak yerine saygı duymak gerektiği cihetiyle ele alabiliriz.

Kosinski’nin boyalı kuş metaforuyla anlatmak istediğine benzer bir algılayışı, bir diğer Amerikalı yazar Harper Lee’nin Killing a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek) adlı eserinde de görmek mümkündür.  O romanda da Lee’nin ana kahramanı olan avukat Finch çocuklarına farklılığın zenginliğini, beyazların egemen olduğu bir toplumda zencileri savunarak gösterir. Kısacası Amerikan edebiyatının farklı olan “kuşlarla” olan münasebeti dünya barışının da yol haritası mahiyetindedir sanki.

Bugün bizim çok yakınımızda olan ve adına ister iç savaş, ister ayaklanma, ister bir diktatörün zulmü ne derseniz deyin bir dram yaşanmakta ve bu zulmün mazlumları olan Suriyeliler tıpkı Boyalı Kuş'taki çocuk gibi yaşama hakkı için ülkelerini terk etmektedirler. Bu terk edişe göstereceğimiz tepki de bizim imtihanımızdır; ya farklı görünüşteki, duyuştaki, dildeki kuşları istemeyecek ve onları kovacağız ya da onların yaşam ve yaşamdaki tüm haklarına saygı göstereceğiz.

0
36977
5
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle