07 EKİM, ÇARŞAMBA, 2015

Montparnasse, Bir Yürüyüşten

Simone de Beauvoir’ın telif gelirleriyle aldığı Rue Scholcher’deki, sevdiği ve bağlı kaldığı dairesi, apartmanın her bölümü gibi çift katlı, içten merdivenliymiş. Gençlik yıllarının önemlice bir dilimini otel odalarında geçirenlerden, Beauvoir — gün gelmiş, vakit ermiş, evi olsun dilemiş, kim istemez?

Montparnasse, Bir Yürüyüşten

Geçmişi köklü, kültürel tabakaları katmanlı bütün büyük şehirler öyle ya, Paris daha da öyle: Bir yürüyüş güzergâhı seçtiğinizde, adım başı selâmlayacağınız biri çıkıyor önünüze, yakın ya da uzak tarihin sayfaları arasından, eşlik ediyorlar yürüyüşünüze. 

Uzaktan, La Santé hapisanesinin kunt duvarı beliriyor. 1861-67 arası, daha önce kömür pazarının bulunduğu meydanda inşa edilmiş bu sinsi yapı şehrin ortasında aykırı duygular doğuruyor insanın ruhunda: “Dışarı”daysanız, ne denli çabalasanız “içeri”dekilerin durumunu tartamazsınız. Çevrede pek çok hastane var ayrıca, hayatın hazırladığı tek tutukluluk halinin bu olmadığını anımsatıyorlar. Yeniden Benjamin’in, çocukluğunun Berlin’de, gerçekten de bir hapisaneyi andıran hastanenin karanlık pencerelerine değindiği metnine sıçrıyor zihnim: La Santé’nin kör pencereleri amansız.

Kırk yıldır tanıdığım yüz kırk yaşındaki La Santé hapisanesi, kaydı tutulmuş onca ünlü ünsüz konuğu varken, bana Beckett’i düşündürüyor öteden beri. Hapisanenin hemen arkasında. Boulevard Saint-Jacques üstünde bir apartmanda yaşıyordu atmaca bakışlı adam, iki adım ötedeki bir huzurevinde, fakirlerin yanı başında gidip ölümünü beklemeyi seçmişti. Pencereler, ah en çok bundan önemli: Beckett, tam nasıl bir açıdan görüyordu hapisaneyi, volta atılan avlularını bilmiyorum, Le Dépeupleur’ü o zaviyeden bakarak yazdığını bir yerde okumuştum. Ya Quad peki? Sahne sanatları ve edebiyatı tarihinin en uçtaki metni ve filmi, La Santé’den soyutlanabilir mi? Quad, hepimizin kapatıldığı varoluş uzamının ta kendisine durmaksızın giriş çıkış koşulumuzu gösterir: Kukuletalı başın altındaki insan benim, sensin, o.

Facade Nord de la prison de la Santé

La Santé’nin sıkı örgülü duvarının dibinden başlayan geniş kaldırımda, soyu hemen hemen tükenmekte olan eski bir “şehir mobilyası” nasılsa varlığını koruyabilmiş, o an durup bir fotoğrafını çekiyorum: Erkek yayaların ‘küçük su dökme’ gereksinmesini karşılamak amacıyla şehri donatan ‘pissottière’lere, gençlik yıllarımda Paris’in her köşesinde rastlanırdı — yeni ‘mobilya’lar yerlerini alalı beri, tek tük bırakılmış eskileri birer anıt gibi algılanıyor şimdi.

Bu kolektif mekânları, kimi eşcinsellerin avlanma sahası olarak seçtikleri, özellikle gece geç saatta o noktalarda konuşlandıkları bilinirdi. Durumu doğrulayan ve aktaran satırlara Roland Barthes’in Incidents’ında rastlanır — selâmlayıp yolumuza dönüyoruz.

Bir sonraki durağımız: Gözlemevi. Türünün öncüsü bu yapı, genişçe bir alanın ortasında, parmaklıkların arkasında. Nicedir, evsiz barksızların çadır kurdukları cephe girişinin bir bölümünde, “ülke saat ayarı”nın gösterge tablosu yer alıyor, Fransa’nın Greenwich’indeyiz bir bakıma. Hayır, ayıyorum birden, Denfert’deki metro-tren saat ayarı noktasından değil, bu tablodan esinlenmiş olabilirdi Tanpınar, romanı için. Ben Hamdi beyi, malûm, pek yanımdan eksik etmiyorum. 

Simone de Beauvoir

Gözlemevini kuşatan mahallenin sokak isimleri seçilirken, doğal olarak ünlü gökbilimciler yeğlenmiş. Rue Cassini, bunlardan biri, mimarî doku açısından tam bir define adası. Kısacık sokakta, karşı karşıya ve yan yana bunca özgün yapı zor bir araya gelir; biri dışında basbayağı bakımlı bu konutlar hiçbir bütünlük arz etmiyor ayrıca, gene de eklektik buluşma etkileyici oldukça. Alain-Fournier, bu evlerden birinde yaşarken yazmış Le Grand Meaulnes’u, sessizce selâmlıyoruz.

İki adım ötedeki “Edebiyat Adamları Derneği” binası XIX. yüzyılda kentin kuzey yakasında, Balzac’ın öncülüğüyle yapılmış, çok sonra, taş taş sökülerek bu noktaya taşınmış — yapıların yer değiştirmesine bayıldığım için çentikliyorum burayı.

Simone de Beauvoir’ın telif gelirleriyle aldığı Rue Scholcher’deki, sevdiği ve bağlı kaldığı dairesi, apartmanın her bölümü gibi çift katlı, içten merdivenliymiş. Gençlik yıllarının önemlice bir dilimini otel odalarında geçirenlerden, Beauvoir — gün gelmiş, vakit ermiş, evi olsun dilemiş, kim istemez?

Evin etrafında tavafa duralım, sokağın karşısındaki kaldırımın gerisinden Montparnasse mezarlığının başladığını fark ederek, iki ay önce Berlin’de konuştuklarımızı anımsıyoruz: Brecht ile Weigel’in son konutları nasıl gömüldükleri mezarlığın yanı başındaysa, Simone de Beauvoir da, Sartre’la paylaştıkları, sevenlerinin üstüne cigara ve metro biletleri bıraktığı taşın karşısında tamamlamış ömrünü — bir an önce ‘parsel’imizi edinmemiz gerektiği konusuna dönerek ayrılıyoruz sokaktan. 

0
6599
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage