27 EYLÜL, ÇARŞAMBA, 2017

İyi İnsanların Karşısında Selam Durmak: Babayani

Bugüne kadar binin üzerinde çalışmaya imza atmış olan Türkiye’nin en önemli belgesel yapımcılarından Nebil Özgentürk, geçtiğimiz aylarda KaraKarga Yayınları’ndan çıkan Babayani kitabıyla okuyucuyla buluştu. Çok sevdiği ve “Babayani” olarak adlandırdığı kişilere yer verdiği kitabı üzerine kendisiyle bir araya gelerek sohbet ettik. 

İyi İnsanların Karşısında Selam Durmak: Babayani

Nebil Özgentürk, Babayani kitabını bir roman olarak değil, kendi vicdanının, adalet ölçüsünün, beyninin, mantığının, kalbinin içinden geçenler ve iyi insanların karşısında selam durmak olarak tanımlıyor. Kendisiyle kitabı, belgeselleri, anılara verdiği değerler ve biraz da insanlık üzerine konuştuk, aynı zamanda gelecek planlarından bahsettik.

Çok farklı isimler kitabınızda bir arada yer alıyor. Araştırma süreci ne kadar sürdü? Kimlerden destek aldınız? Araştırma sürecinden sonra bu kadar farklı hikâyeyi bir araya getirme sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Bu kitabın yazım süreci kırk yıl artı üç ay, öyle bir laf var. Sizin gibi televizyon ve yazı insanları aslında bir birikim sonucu bir yazıyı ifade eder. Ben de 17 yaşından beri yazı, çizi ile ilgilenen, 12 yaşından beri okuyan bir insanım. Yıllarım hakikaten yazıyla, okumakla, son 21 yılım ekran ile geçti. Bütün bunların perde arkasında anılar, hatıralar birikti. Bir kitap fikri oluşunca, sevgili Kutlukhan Perker kardeşim KaraKarga Yayınları’nın ortağı ve çok değerli bir karikatür sanatçısı, "Ağabeyciğim kitabını yapalım" dedi. Ben de bütün bu anlattığım dönemlere ilişkin hatıralarımı, anılarımı, babam ile ilgili yaşadıklarımı, bütün bu belgeseller sırasında yaşananları biraz da özgün yazıları, trajik, neşeli, neyse bütün memleket ve insan hallerini derledim ve üç ay içerisinde önceki yazılar, yeni yazılar, derlenmiş yazıları bir araya getireyim derken Babayani kitabı çıktı.

Edebi bir metin olarak kitabınızı ele aldığımızda anı türünde yazdığınızı görüyoruz. Bunu bir konu veya kişi olarak aktardığınızı düşündüğümüzde sizde görüntü ya da yazın olarak nasıl bir his uyandırıyor? Belgeselini çekmekle bir konu üzerine yazmak ne noktada farklılaşıyor?

Televizyon programıyla belgesel arasında fark var, belgesel ile yazı arasında fark var. Ama ben haber, tartışma, güncel, canlı yayınlar, inanın hayatta kalmaya çalışan, bir edebiyat tadı olan belgeseller yapmaya çalıştım bugüne kadar, 600'ü aşkın. Belgeseller, 10 - 20 yıl sonra izlendiğinde zamansız hale geliyordu, o yüzden belgeseli kitaba benzetirim. Bu anlamda televizyon programı gibi değil ama bir de kitap diye bir şey var. İnsan, kitabı oturur, mum ışığında bile okur, bir çadırda okur. Kitabın da öyle bir keyfi var okuyucuya geçmesi açısından. Bir de kitap senin kişisel bir hikâyendir, senin ile klavye arasındaki bir durumdur. Belgesel ise bir ekip çalışmasıdır, belgeselin katkı elemanları çoktur. Ben metin yazarım, anons yaparım ama onun dışında pek çok değerli dostum orayı bir örgü halinde belgeseli vücuda getirirler. Kitap ise öyle değil, kitabın teknik destekçileri vardır; baskı, matbaa, tasarımcı... Oysa metinler sadece seninle kalbin arasında, beynin arasında olup biten durumdur. Bu anlamda kitap daha on yıllara kalabilir ama tabii belgeseller de kalır. 

©Nazlı Erdemirel

Kitabınızda popüler isimlerin yanında az bilinene ya da bilinmeyene de yer veriyorsunuz. Aktarmak isteyip de aktaramadığınız bir hikâye var mı?

Hep var. Bir şiir vardır ya "En güzel deniz, henüz gidilmemiş olanıdır" müthiş bir dizedir bu. O yüzden ben sonraki kitaplarımda muhakkak daha iyi hikâyeler anlatacağım. Dün bir yazı yazdım, beni yazarken ağlattı. Benim yaptığım belgeselleri seslendiren Mümtaz Sevinç ile Uğur Mumcu'nun belgeseli arasında olan biten olayı yazdım. Bu yakınlarda Tuhaf Dergi'de, Ekim ayı baskısında olacak. Beni çok etkileyen müthiş bir hatıradır, o da bir Babayani yazısıdır. Mümtaz Sevinç'in öldürülmesi, onun seslendirdiği Uğur Mumcu belgeseline düştü, böylesine trajik bir anı biriktirmişim, 10 yıl sonra onu anlatmak istedim, anlattım. Derler ya daha çok hikâye var anlatacak.

Belgeselini çekemediğiniz insanlara bu kitapta yer vererek ölümsüzleştirdiniz diyebilir miyiz aynı zamanda?

Hem belgeselini yaptığım hem de böyle belgeselle ilgisi olmayan olaylar anlattım, hatıralar anlattım. Elden geldiğince bine yakın çalışma yapmış bir adam olarak birikimlerimi aktardım. Belgeseli aktardım, aktarmadım diye bakmadım, bu meselelerin ötesinde yazıya, memlekete layık olmak, yazıya ve memlekete ihanet etmeden, çocuklarımıza, torunlarımıza kuşaktan kuşağa kalacak yazı yazmaya çalıştım. Babayani bir roman değil, kendi vicdanımın, adalet ölçümün, beynimin, mantığımın, kalbimin içinden geçenlerdi. Bugünlerde çok ihtiyacımız olan iyi insanların karşısında selam durmaktır. Ben Babayani'yi öyle tarif ediyorum. Sonuçta, Babayani, Nebil Özgentürk'ün yazılarının bir kısmıdır, bir yerlerde okudukları zaman yıllar içerisinde bir damla katkısı olsa beni çok mutlu eder.

Bir döneme tanıklık ederek arşiv niteliğinde bir kitap ortaya çıkarmışsınız. İnsanlar kitabınızı okuduğunda farklı dönemlerde yaşamış olsalar bile kitapta yer verdiğiniz insanların naifliğini hissedebiliyor. Bu açıdan baktığımızda Babayani sizin için nasıl bir noktada yer alıyor?

Babayani, benim kitaplarım, belgeseller içerisinde en derli toplusu, en içime sinen kitaplardan biri oldu. Açıkçası ben belgeseller sırasında çok zamansız kalıyordum. Belgeseller sırasında yazı yazmaya özeniyordum ama bu belgesel metni haline geliyordu ve zamanla yarışıyorduk; televizyona yetişecek, montaja yetişecek, sese yetişecek, o olacak bu olacak... Bu kitap ise biraz daha demlenmiş yazılardı ve bu yazılar yan yana geldiği zaman bu sorunuza muvaffak oldu ve gördüğünüz gibi şu anda oğlum Arın kendince burada bizim etrafımızda dolaşırken, ona layık olmak, ileride onun kuşağına, okumaya başladıkları zaman, 20 yaşında hissetmeye başladıkları zaman onlara güzel bir şey bırakacak. Kötü insan olmayın, vicdansız insan olmayın, adaletli insan olun, ülkeyi sevin, ülkedeki alçaklara gerekirse kem gözle değil de dikkatli bakın. Bu ülkede kötü adamlar da var ama çok da iyi insanlar var, deyin, diyen bir kitap. Sonraki kuşaklara bir çivi çakmak hikâyeleri bunlar.

©Nazlı Erdemirel

Peki kitabınız bir duygu olsaydı onu nasıl tanımlardınız?

Çok sıradan olacak ama, kötülere inat sevgiye selam. 

Çektiğiniz belgesellerin, yazdığınız yazıların insanları değiştireceğini düşünüyor musunuz? Yaptığınız işlerde böyle bir amacınız oldu mu? Yoksa tarihe not düşüyor olmanız sizin için yeterli mi?

Tarihe not düşmek beylik bir laftır, ben tabii ki her yazar gibi, her belgesel yönetmeni gibi, her sanatla ilgilen insan gibi alkışlanmak isterim ama ben bir paylaşım yapıyorum sosyal medyada, kitabım ilgili de yapıyorum, yüzlerce yorum geliyor. O yorumda, "Biliyor musunuz Nebil Bey, sizin kitabınızı okuduktan sonra hayata karşı fikrim değişti." diyor bir tanesi, çok etkiliyor beni, o kadar çok hoşuma gidiyor ki... Demek ki hayata not düşmek iyi evet ama artı hakikaten bir babanın, ya da bir annenin oğluna "Baksana oğlum, Nebil Özgentürk'ün bir hikâyesi var, o hikâyede kötü adamlar şöyle anlatılmış, iyi insanların da böylesine güzellikleri anlatılmış, sen de böyle olmalısın. Bu ülkenin güzel insanlarının değerini bil, romanların değerini bil ve kötülerin alçakların, ahmakların yaptığı kötülükleri ciddiye alma, umut taşı." demelerini isterim. Böyle bir kalıcı olmasıdır kitap bazen, yani not düşmenin yanı sıra minicik bir çivi çakmak.

Çocukluğunuzdan beri görme, tanışma hatta yakın olma fırsatı yakaladığınız insanlar çok özel kişiler. Daha önceden kendinize çok fazla yer vermediğinizi biliyorum. Karşılaştığınız bu özel Babayani insanlar sizi çocukluğunuzdan beri nasıl besledi? Bu insanlardan bir şeyler öğrenmek için özel bir çabanız oldu mu?

Muhteşem bir soru bu, muhteşem bir hedefini bulma. Hakikaten 13 yaşından beri Can Yücel'in ailesini, kendisini tanıdığımdan beri bu Babayani insanların etrafında döndüm 57 yaşıma kadar ve her birinden minicik damla zerreceğini aldığımı düşünüyorum. Hakikaten çocuklarımın benden utanmaması gereken bir adam olmaya çalışıyorum. Benim ikiz oğullarım var, Arın’ın ağabeyleri, Kağan ve Yiğit, onlara layık olmaya çalıştım ama sadece onlara, kendi çocuklarıma değil çocuklarım yaşıtı olan milyonlarca insana, siz dahil, benden genç olan herkese. Çünkü bizim gibi adamlar tecrübeli dedikleri adamlar, yıllar içerisinde yazı yazmış, belgesel yapmış insanlar. Tabii ki sonraki yıllara bir şeyler bırakmak ister, bu da vicdan olsun isterim. Sonuçta bu beslenme kelimeleri ne biliyor musunuz, insan için, vicdan için şiir yazan, sinema yapan, beste yapan demek. Çünkü ben, kötü sanat adamlarının hayatlarını daha çok yazdım. Bütün bu insanlardan besleniyorsun ama beslendiklerini de zikrediyorsun; belgesel ile, konuşma ile, şu anda sizle yaptığım konuşma dahil buna... Bu yüzden tabii ki beslendim, tabii ki zerrecik de olsa kocaman bir damla da olsa beslendim, onların güzel taraflarını aldım, sivri taraflarını almamaya çalıştım, mülayim olmaya çalıştım, insan kalmaya çalıştım, vicdanlı olmaya çalıştım, bu ülkedeki haksızlıklara karşı durmaya çalıştım, üzülmeye çalıştım. Üzüldüm ki benimle beraber üzülsünler, bir başka adaletsizlik yaşanmasın ve bir sonraki kuşaklar da bundan etkilensin istedim. Çünkü ağabeyleri, amcaları seviyorlar, bunlardan tabii ki etkilesinler istedim. Ben amcalarımdan, ağabeylerimden, ustalardan aldıklarımı yeni kuşaklara aktarmak istedim. Tabii ki aldım, vermek istiyorum. 

Biraz da belgesellerinize değinmek istiyorum. Yaptığınız belgesellerle televizyonun karşısında edilgen durumda olan insanlara ulaşarak onları etken konuma getirdiniz yıllarca. Gidilmeyen yerlerde, duyulmayan insanların sesi oldunuz. Televizyon yıllarca özellikle belli bir ideolojiyi yaymak ve desteklemek için kullanılsa da, günümüzde bunun yerini arzulamalara, imajlara ve yaşam tarzları edinmeye bıraktığını görüyoruz. Sizce belgesel yapımlarının bu noktada üstlendiği rol nedir?

Belgesellerin güzel tarafı kalıcı olması. Bir yarışma programını oturup Youtube'da izlemezsiniz ya da bir üniversite sizi bir haber programı için çağırmıyor, haber programı tekrar izlenmiyor çünkü güncel bir şey ama belgesel on yıllarca izleniyor. Bakın Zülfi Livaneli belgeseli yapmışım 16 yıl önce, Pazartesi bir daha izlenecek Bursa'da. Güzel tarafı bu işte, yıllar boyunca izlenecek bir şey yapıyorsun, yıllar boyunca kalan bir şey yapıyorsun. Bütün bunların yanı sıra artık televizyonların da yayınlamama durumu kalmadı. Ben sosyal medyanın gücüne çok inanan bir insan oldum. Bakın sosyal medya kocaman bir alan, ekran gibi, gazete gibi, sosyal medyayı geçmiş de olsa takip eden bir insanım. Sosyal medyada bazen hoş vicdanı bir yazı geçiyorum, bir metin bir video, altına bir yazı döşüyorum on binlerce kişi tarafından beğenildiğini fark ediyorum. Bütün bunlar çok güzel şeyler, ben televizyonsuz kalsam da sosyal medyadaki gücü çok umutla takip edeceğim ve orada belgesellerin gücünü, bazen hayatı minicik de olsa değiştirme gücünü hissediyorum. Çünkü belgesellerden kaynaklanan metinlerle, videolarla ben sosyal medyada olmaya çalışıyorum. Belgesellerimi artık sosyal medyada göstereceğim, bazen Youtube kanalında bazen kendi paylaşımlarımda... Ben Nobel almış Aziz Sancar'ın belgeselini yaptım ama televizyonlarda yayınlanmadı, önemli değil ama Aziz Sancar ile ilgili bir şey paylaştığımda bilimin değerini, evrim teorisinin değerini, nefret ettiğimiz gericiliğin, karanlık odakların bu ülkeye de bütün dünyaya da zarar verdiğini anlattığım zaman tabii ki çocuklarımıza katkıda bulunacağım ve belgeselin gücünü göstereceğim. Bu sonuçta insanı güç, silah değil. Bizim elimizde konuşmamız var, montajımız var, metinlerimiz var, görüntülerimiz var. En güzel güç sanatsal güçtür, iyi ki sanat diye bir liman var.

Aziz Sancar belgeselinin televizyonlarda gösterilmemesinin özel bir sebebi var mıydı?

Yok, böyle bir denk düştü, Aziz Sancar’ın aslında koskoca Anıtkabir'e ödülleri kondu, herkes çok seviyor, o oldu, bu oldu ama birdenbire ben onu özel çalışma olarak Aziz Sancar Vakfına yaptım, çok isterdim milyonlarca insanın izlediği bir kanalda gösterilsin. Denk düşmedi, çünkü televizyon kanalına yapmadım, Aziz Sancar Vakfına yaptım. Televizyon olmasa sosyal medya var, bunun altını çizmek istiyorum.

©Nazlı Erdemirel

Son olarak gelecek planlarınızdan bahsedebilir misiniz? Özellikle yapmak istediğiniz belgesel projesi veya üzerine yazmak istediğiniz konular neler?

Bugünlerde Almanya'ya gidenlerin öyküsünü yazıyoruz. Gurbetçiler diye, Alamancı diye bilinen, ezilen, coşku yapan, başarılı olan, başarısız olan, trajik hikâyeler yaşayan, acı çeken, ırkçılık gören, başka ülkeye hasret çeken, gurbet gören bu insanların yedi bölümlük belgeselini bitirmek üzereyiz. Bu belgesel sanki insan öyküsü gibi ortaya çıksa da, bizim ülkedeki ekonomik sıkıntıyı da anlatan bir şey. Ülkede iş bulamayıp Almanya'da iş kapısı arayan, 57 yıldır bunu yaşayan insanların öykülerinden oluşuyor. Almanya'da yaşayan, evindeki çocuğunu nasıl geleceğe taşıyacak diye kaygılanan meşhur alamancı insanların böyle dönüşümlerini anlatmaya çalışıyorum bu belgeselde. Bu 20 Ocak’ta yayımlanacak ve bende çok başka bir açılım yarattı ve çok heyecanlıyız bu konuda yeni bir belgesel olduğu için, farklı bir alan olduğu için.

​Bir de size sürpriz olsun, bir sinema filminin yapımcılığını üstlendim. Adını söylemek istemiyorum, bu filmin kastıyla, yönetmen anlayışıyla uğraşıyoruz bugünlerde. Yine toplumsal refleksi olan, Doğu topraklarındaki zulmü, zalimliği anlatan bir romanın sinemaya aktarılmasıyla ilgileniyoruz, bunun heyecanını yaşıyoruz, sürpriz...

Çok güzel, çok sevindim. Sorularım bu kadar, teşekkür ediyorum cevap verdiğiniz için.

0
7486
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage