08 EYLÜL, SALI, 2015

Issız Adaya Üç Kitapla Düşseniz...

Issız adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?" sorusu klasiktir. Enis Batur'un ıssız ada yazısından esinlenerek size de sormak istedik: "Issız adaya düşşeniz yanınıza alacağınız üç kitap hangileri olurdu?"

Issız Adaya Üç Kitapla Düşseniz...

Issız Ada Soruşturması

Enis Batur (Yazar, Şair)

“”Le Nouvel Observateur dergisinin geleneksel soruşturması için ikinci kez çağrı aldım (ilkinin Türkçesi, “Yük”, şimdi 60 mm’de). Bu seferki konu başlığı basmakalıp: “Issız Bir Adaya Hangi 3 Kitapla Düşmeyi Yeğlerdiniz?”.


Yanıtıma, “Luchini gibi olmak isterdim” diye başladım: Bizde pek tanınmayan o usta oyuncu, tutkunu olduğu yazarlardan (La Fontaine’den Céline’e, Barthes’a) yüzlerce sayfayı ezberine almış, olağanüstü okuma seansları gerçekleştiriyor izleyici karşısında. Issız adaya düşüldüğünde ülküsel çözüm bellekte bir kitaplık barındırmaktır.

Önereceğim, seçeceğim üç kitap konusunda uzun süre kafa patlattım, farklı seçenekler üzerinde durdum. Sözgelimi Robinson Crusoe, böyle bir durumda sağlam bir rehber olma niteliği de taşırdı. Binbir Gece Masalları ya da Eski Ahid, okumakla, döne döne okuyarak tüketilemeyecek toplamların başında geliyordu. Sonunda şu üç kitapta karar kıldım: Yunus Emre Dîvanı; Böyle Buyurdu Zerdüşt; Henoch’un Kitabı.

Bu kitapları seçme gerekçem birdi: Üçü de kat kat derinlik ve yükseklik kuran tabakalardan oluşuyor, gizlerine olabildiğince ulaşmak yıllar gerektirir, herbiri sayısız açılım noktası barındırdığı için, bir dize ya da cümle günler, haftalar boyu oyalayabilir yapayalnız kalmış bir adamın zihnini.

Bir anlamda pragmatik bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Arada farklı bir gerçekçi çözüm daha yoklamıştım: Ayrıntılı bir Eski Yunanca grameri+kapsamlı bir Eski Yunanca – Türkçe sözlük + çiftdil baskı bir Presokratikler corpus’ü: Ölene kadar uğraştırır insanı!

Böylesi alıştırmalar, bir zaman sonra, imgelemde farklı koridorlara yönelmenize de yol açabiliyor. Issız bir adaya bol kâğıt ve kurşunkalemle düşseniz, yazma serüveninizde nasıl bir dönüşüm gerçekleşirdi? Soru, ancak bir yazın dergisinde deşilecek türden; yarıyarıya metafiziğin, yarıyarıysa tekniğin kapsamına giren özellikler barındırıyor.

Genç, çok genç yazı adamlarını bilemem, benim yaşımdaki “olgun” bir yazarın ıssız adaya düşmesi arşivinden, biriktirdiği “malzeme”den uzaklaşması anlamını taşır öncelikle. Belleğiniz boşalmamıştır elbette, ama somut dayanaklarınız (dosya, not, kaynak, vb) elinizden alınmıştır. Şüphesiz, adaya düşmezden önce yazmayı tasarladıklarınızdan hepten kopmazsınız; gene de doğan durum yeni bir milat, sıfır noktası arayışına sürükleyebilir sizi.

İnsan, tek başına ıssız bir adaya düşerse, ilk işi canını kurtarmanın yolunu aramaktır; okumayı yazmayı aklından geçiremez. Kör cahil değilse, hemen Robinson Crusoe’yu düşünecek, onun neler yapmış olduğunu anımsamaya çalışacaktır. Kitapları nasıl okuduğunuzu, ne kadarını sindirdiğinizi kavramanın bundan amansız yolu aslında yoktur! Bir dolu canalıcı ayrıntıyı üstünkörü okuduğunuz için anımsayamadığınızı şimdi “mış gibi yaparak” anlayabilirsiniz. Dahası, “ateş yakmak” Jack London’ın bir kitabının başlığı olmanın ötesinde “yaşama pratiği”nden ne ölçüde uzak bir eğitimden geçtiğinizi de kanıtlayacaktır size.

Tutalım ki hayatta kalmayı da, ateş yakmayı da başardınız. Elinize kalem kâğıt alacak hale ve kıvama geldiğinizde, geçmişte yazmayı istediğiniz konuların buharlaştığını görecek, kendi Robinsonluk koşulunuza sokulmayı deneyeceksiniz büyük olasılıkla. Orada karşınıza asal soru çıkacak, bambaşka bir kılığa bürünerek bu kez: Issız bir adadasınız, olası okurunuz yok artık, her şeye karşın yazma gereksinmesi duyuyor musunuz?

Gerçekte/n yazar olup olmadığınızı o köprüde tartacaksınız.”” 

Sadece Sevmek Yetmez...

Ali Lidar (Yazar, Şair)

Soru en sevdiğim üç kitap diye sorulsaydı çok fazla düşünmeden cevap verebilirdim. Ama ıssız bir ada (orada ilelebet yalnız kalacağımı varsayıyorum) ise söz konusu olan sadece sevmek yetmez. Olabildiğince fazla işime yaramaları gerekir. Bu pencereden bakınca yanıma alacağım üç kitap;

1) Kuran-ı Kerim : Allah'a en yakın olacağım fiziki ortamda olduğum düşünülürse ve dua etmek için bol bol zamanım olduğu, Kuran çok işime yarayacaktır,

2) Yaşam Kullanma Kılavuzu/Georges Perec : Kitabın sadece dizini ve karakterlerin birbirleriyle olan girift ilişkilerinin çözümü bile yıllarımı alabilir. Üstüne Perec ustanın mucizevi anlatımını ve enfes dilini de eklersek mutlak yalnızlığı paylaşmak için biçilmiş kaftan sayılır bu kitap.

3) Bütün Şiirleri/Cahit Zarifoğlu : Şiirsiz olmaz. "Ve elbette bunları çabucak geçelim..." demeden ağır ağır, sindire sindire, her kelimesini içime geçirircesine okurum şiir aleminin en zarif ağabeyinin yazdıklarını.

Kum Kitabı...Kitaplar kitabı!

Aykut Ertuğrul (Yazar, POST Öykü Yayın Yönetmeni)

Issız bir adaya düşeceğimi bilsem -hoş, bu durumda bu eylemi “düşmek” diye adlandıramazdık- yanıma Kum Kitabı’nı alırdım. Öyle ya, madem farz ediyoruz Kum Kitabı’nın varolduğunu farz ederek görüyor ve arttırıyorum! Böylece yani aslında alınabilecek tüm kitapları yanıma aldıktan sonra bir defter ve onu içine saklayabileceğim bir başka defter daha alırdım. (Kimseyi bulamasa bile insanın kendinden saklayacak sırları olması moral verici olsa gerek)

Enis Batur’un yazmak ile ilgili sorusu tahrik edici: “Tutalım ki hayatta kalmayı da, ateş yakmayı da başardınız. Elinize kalem kâğıt alacak hale ve kıvama geldiğinizde, geçmişte yazmayı istediğiniz konuların buharlaştığını görecek, kendi Robinsonluk koşulunuza sokulmayı deneyeceksiniz büyük olasılıkla. Orada karşınıza asal soru çıkacak, bambaşka bir kılığa bürünerek bu kez: Issız bir adadasınız, olası okurunuz yok artık, her şeye karşın yazma gereksinmesi duyuyor musunuz? Gerçekte/n yazar olup olmadığınızı o köprüde tartacaksınız."

Bir de şöyle düşünelim. Hayatta kalmayı, ateş yakmayı başardınız; elinize kitap alacak kıvama da geldiniz. Kum Kitabı yani kitaplar kitabı yani bütün kitaplar emrinizde. İşte tam o anda kitap okuma isteğinizin buharlaştığını göreceksiniz. Ve karşınıza bir soru daha çıkacak: Issız bir adadasınız! Okuduklarınızı anlatacağınız kimse yok, ukalalık edeceğiniz kimse de! “O başyapıtı bu sıralar yeniden okuduğunuzu” söyleyeceğiniz kimse de! Son okuduğunuz kitabın tam bir çöplük olduğunu söyleyeceğiniz kimse de! Elbette sosyal medya hesabınız da!

Adada tek başınıza büyük bir sanayi hamlesi de yapamayacağınıza göre okuduğunuz her kitabın, öğrendiğiniz her şeyin en büyük ve tek muhatabı sizsiniz. Okuduğunuz bütün satırların tek muhatabı olmaya hazır mısınız? Issız adada zaman, öldürülemeyecek devasa bir canavara dönüştüğüne göre kendi kendinize hesap verecek, kendi içinize düşecek, çırpınacak, çıkamayacak bolca vaktiniz de olacak. Gerçekten kendinizle sıkı bir hesaplaşmaya var mısınız? Gerçekten insan/okur olup olmadığınızı işte bu tüyler ürpertici karşılaşma belirleyecek.

Unutmadan Kum Kitabı’nı da alamayacaksam, bir çok kişi gibi Binbir Gece Masalları’nı (YKY’nin Delta baskısını hem taşıması kolay hem de bir kitaba sığdırılabilecek kadar çok satır sığdırılmış), Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını (ama Ergin Altay çevirisi olacak) ve İsmet Özel’in Erbain’ini alırdım.

Not: Aslında trajedi ve sembolizmin –biraz da narsizm belki- dibini bulmak için sonsuza kadar kalacağı ıssız adaya kendi yazdığı üç kitabı götüren ve böylece sonsuza kadar kendini okuyacağını... tamam tamam neyse!)

Aykut Ertuğrul

Issız Ada ve Üç Kitap

Emrah Polat (Yazar)

Issız bir adaya düşme fikri ilk bakışta korkunç gözükse de, yaşadığımız hayatın hercümercinden kaçışı imlediği için bazen tercih dahi edilebilir. Aslında ıssız adaya giden, önünde sonunda ıssız olmayana; yani “buraya” döner, hikayelerde hep böyledir bu. İçinde çeşitli maceralar barındırsa da bir tür ara vermedir ıssız ada; içe dönme, unutmaya karşı verilen savaşta hafızanın başkalaştığını görmedir.

Kuşkusuz bir yazarın ıssız adaya düşüşünü, yazmayla kurduğu ilişki bağlamında değerlendirmek gerekiyor. İlk iki kitabı daha iyi yazmak, üçüncüsünü ise düş gücünü diri tutmak, mümkünse genişletmek için öneriyorum.

Hulki Aktunç’un “Büyük Argo Sözlüğü” (Bu sözlüğü tebessümle okurken, dil denizinin bazen yüzeyine çıktığınızı, bazen derinine indiğinizi ama hep kuytuda kaldığınızı büyük bir keyifle göreceksiniz.)

Özcan Yalım’ın “Türkçe’de Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü” (Hani dilimizin ucuna bir sözcük gelir ama tam olarak hangisi olduğunu bir türlü çıkaramayız ya, işte bu sözlük onun için; doğru sözü bulmak için. Nasıl ki bir marangozun alet çantası varsa, bir yazarın da alet çantası vardır. İşte o çantadaki takım taklavat sözlükler dışında bir şey değildir.)

Miguel de Cervantes - Don Kişot (Üzerine çok söz söylemek gerektiğini düşünmüyorum; henüz okumayanlar, okuduktan sonra sanırım ne demek istediğimi anlayacaklardır. 

Emrah Polat

Turgut, Boris ve Virginia...

Deniz Durukan (Şair, Müzik Yazarı)

Turgut Uyar- Büyük Saat (Bütün Şiirleri): Benim kutsal kitabım. Her daim başucumdadır. O olmadan asla…

Virginia Woolf – Orlando:  Bu kitabı ilk okuduğumda kendimi rüyaya yatmış gibi hissetmiştim.  Her şey çok fantastikti. Üstelik dört asır süren bir yolculuk. Yaşlanmıyorsun, bir de, bir anda kendini başka bir cinsiyetin içinde buluyorsun. Aynı bedende çift cinsiyetli bir yaşam sürüyorsun ama sen yine sensin. Yani ıssız adaya düştüysen eğer, zaten teksin ama kendi başına iki kişilik bir hayatı Orlando’yla yaşamak hiç fena olmaz. Hem ne diyor Orlando “ İnsan ne diye yaşar, yeniden ortaya çıkmak için.”  Öyle işte…

Boris Vian- Yürek Söken: Romandaki karakter Clementine’in üçüzlerine zarar gelmesin diye aldığı önlemler sarsıcıydı. Mesela; Clementine’in bahçeyi nerdeyse gökyüzünü örtecek kadar yüksek duvarlarla örmesi, nihayetinde çocuklarına çelikten kafesler yaptırması okurken beni dehşete düşürmüştü. Annelik mevzusu sakat bir duygu. Ama adada kapayacak bir gökyüzü, sınırlarını çizeceğiniz bir şey yok. Ortadasınız. Yani çıplak! Bu iyi… 

Deniz Durukan

Üç Klasik...

Hakan Bıçakçı (Yazar)

Kayıp Zamanın İzinde (M. Proust)

Dış dünya ile iç dünya arasındaki gelgitler üzerine kurulu, okuyanı ağır ağır içine çeken bu büyük romanı okumanın zamanı yok. Dolayısıyla her an yeniden okumak isterim. Hem kendi geçmişimle hem de genel olarak geçmiş kavramıyla ilişkimi yenilemek, sorgulamak veya bulandırmak için. Bir de okuyana derinlik sarhoşluğu yaşatan aşırı melankoli yükü için tabii.

Dava (F. Kafka)

Korku atmosferi, gerilim tonu açısından tekrar tekrar okuma isteği uyandıran bir başyapıt. Suçluluk duygusunun elli tonu… Kendimi Josef K’nın yerine koyduğumda yaşadığım sinir bozucu yabancılaşma hissinin yeri her zaman ayrı olmuştur.

Yeraltından Notlar (F. Dostoyevski)

Her satırda okuru yerin biraz daha altına doğru çeken kasvetli ve tuhaf bir klasik. Yeraltı edebiyatını başlatan mazoşist damarın en belirgin ve derin olduğu anlatılardan. 

Hakan Bıçakçı 

Üç Kitap

Mahir Ünsal Eriş (Yazar)

1. Kitabı Mukaddes

2. Bin bir Gece Masalları

3. İnce Memed (Yaşar Kemal)

Mahir Ünsal Eriş

Dünya Edebiyat Tarihinin En İyi Romanı... 

Nafer Ermiş (Yazar)

1- Kesinlikle Gabriel Garcia Marquez - Yüzyıllık Yalnızlık. Bence bu roman dünya edebiyat tarihinin en iyi romanıdır. İçi mucizelerle dolu olduğu kadar böyle bir romanın yazılabilmiş olması da başlı başına bir mucizedir. Çevirisinden okumamıza rağmen dili, anlatımı ve genel dokusunu oluşturan imgeleri beni ve dünyadaki milyonlarca insanı büyülemiştir.


2- Franz Kafka - Dönüşüm... Şahsen çevirme mutluluğuna da eriştiğim ve bence yazılmış en kusursuz kitap. Tek bir sözcüğünden bile vazgeçemezsiniz. İnsanı derinden etkileyen ve adeta sonsuz sayıda farklı yoruma açık bir yapıt.

3- İkinci bir kez okumaya cesaretim olmasa da, Oğuz Atay - Tutunamayanlar...  3. kitaba karar vermek zor oldu, kafamda bir çok aday vardı, ama sonunda kendi dilimde yazılmış en iyi roman olduğunu düşündüğüm için ve kendime, ruhuma çok yakın hissettiğim için Tutunamayanlar'ı tercih ettim... Gerçi biçim olarak biraz Ulysses'e benzer, ama içerik olarak tamamen bizden. Issız adada iyi bir yoldaş olurdu.

Nafer Ermiş

Kelimelerden Çok Şiire İnanan Biri Olarak...

Nermin Yıldırım (Yazar)

Issız bir adaya düşsem yanıma alacağım üç kitap da şiir kitabı olmalı, en azından şiirle bağları olmalı gibi geliyor bana. Çünkü kelimelerden çok şiire inanan biri olarak, çok sevdiğim roman ve öyküleri defalarca, çok sevdiğim şiirleriyse sonsuza kadar okuyabilirim. Her defasında başka bir kapıdan geçip başka bir yere varabilir; yeni bir metin okuyormuş gibi hissedebilirim.

Ben Ruhi Bey Nasılım? /Edip Cansever

Bir şiir kitabı olmakla birlikte, esasen bir roman da sayılmalı aynı zamanda. Vaktiyle Selim ileri de “bir romanın şiiri” diye tarif etmiş.

Madem kitapları bonkörce dağıtmıyorlar ıssız adada, öyleyse şiir okumak istediğimde Ruhi Bey’e sokulurum. Şiire mola vermek istersem bu defa biraz da roman okumak için gene Ruhi Bey’e sokulurum. Böylece kitabın protagonisti Ruhi Bey’in yanı sıra cenaze yıkayıcısı Adem, meyhane garsonu, otel katibi gibi yan karakterler de kendi hikâyeleriyle birlikte ıssız adada bana yarenlik ederler.

Kanlı Düğün /Lorca

Şu anda, yani listemi yaparken fark ediyorum ki hep bir taşla iki kuş vurma telaşındayım. Issız bir adaya düşmek insanı ince hesaplara itiyor. Kanlı Düğün’ü seçmemin bir kaç sebebi var. İlk sebep, en sevdiğim eserlerden biri olması.  Bir şiir değil, bir oyun ama bayıldığım şairlerden biri tarafından yazılmış bir oyun. Şiirli bir oyun, şiirsel bir oyun. Cansever sayesinde nasıl romanı da şiiri de aynı kitaba sığdırdıysam, Lorca sayesinde de dilediğimde bir tiyatro oyunu, dilediğimde  şiir okuyabilirim.

İlahi Komedya/ Dante

Issız Ada kimileri için Cennet kimileri için Cehennem tasavvuru olabilir. Bence uzun bir bekleyiş –demek ki umudum var- olduğu için daha çok Araf. Dante’nin “kutsal bir manzume” olarak tanımladığı bu yapıtını sadece büyüleyici olduğu için değil, aynı zamanda ezoterik yapısı ve sembolleriyle, ıssız adada sıkıntıdan patlayacak olan zavallı beni epey oyalayacağını ve her defasında yeni keşifler yapmama, bağlantılar kurmama, yani bir çeşit zihin jimnastiğine vesile olarak, bir gün beni kurtaracak olan gemiyi beklerken –evet umutluyum- aklımı kaçırmamı engelleyeceğini düşündüğümden seçtim. Ama muhtemelen tam da bu sebeplerle, adada çakılı kalmış halde, Dante’nin birinci tekil ağızdan yazdığı Cehennem Araf ve Cennet seyahatlerini okurken çıldıracağım. Kim bilir...

Nermin Yıldırım

Issız veya Islı Bir Adada...

Selçuk Altun (Yazar)

Issız veya ıslı bir adada yanıma alacağım üç kitap:

1)Bütün Şiirleri—Oktay Rifat
2)Poems 1962-2012—Louise Glück
3)Gathering Evidence—Thomas Bernhard

İlk ikisi gözde şairlerimin döne döne okuduğum şiir külliyesidir.Gathering Evidence(Kanıt Toplamak) Thomas Bernhard ustanın beş bölümden mürekkep özyaşamöyküsüdür;şiirseldir ve  sürükleyici bir roman tadı da vardır.

(Haydar Ergülen’in mesajı düştüğünde cep telefonumun Spotify’ında kimbilir kaçıncı kez Chopin’in Nocturne’leri çalıyordu.Issız bir adada yanıma alacağım tek müzik külliyesidir.)

Selçuk Altun

Issız Ada ve Üç Kitap

Tarık Tufan (Yazar)

Issız bir adaya düşersem yanıma hangi üç kitabı almak isteyeceğim sorulduğunda zihnimde uyanan ilk şey, yaşadığımız dünyayı, ıssız bir adadan ayıran şeyin aslında insanın kendi muhayyilesi olduğu düşüncesiydi. Bu muhayyile, (ben muhayyile diyorum ama birisi hakikat derse hiç itiraz etmem) yaşadığımız dünyanın en nihayetinde ıssız bir adadan ibaret olduğunu, varoluşunu sürdürmek ve nihayetinde kurtulmak için bir şeyler yapman gerektiğini hissettiriyor.

Bu ıssız adada yanıma alacağım üç kitap, varoluş çabasına katkı sağlayacak hangi melekelerimi güçlendirmeli, hangi eksiği kapatmalı, hangi hayati meselenin çözümüne karşılık gelmeli? Bu ıssız adadan bir gün kurtulabilme umudunu diri tutacak kitaplar da olabilir, tam aksine tek bir umut kırıntısı beklentisi içinde olmadan, huzur içinde bir ölümü tevekkülle karşılamaya yardım edebilecek kitaplar da.

Hayatta kalmak ve kurtarılmayı beklemek güdüsü insanın en temel eğilimlerinden birisi. Hayatta kalmak konusu bir yana koyarsak gücüm yeterse, kurtarılmayı beklemek yerine huzur içinde ölümü beklemeyi tercih ederim. Bu yeni varoluş biçimine rıza göstermek ve bir hayvan gibi kendi yaralarını yalamaya başlamak.

Seçeceğim kitapların da “varolmak sancısı”nı dindirecek kitaplar olmasını istiyorum. En azından şimdilik kararım bu. Uzunca bir düşünme evresinden sonra buna karar verdim ama şimdi daha zor bir soruyla karşı karşıya kaldım; hangi kitaplar?

Tarık Tufan

Issız bir adaya mahkum olmuş, böylesi büyük bir çaresizliğin içine düşmüşken,  tasavvurlarımızı, tefekkürlerimizi, tahayyüllerimizi, içine düştüğümüz adanın, göz alabildiğince etrafımızı saran suların, ufuk çizgisinin ve nihayetinde tüm gökyüzünün kuşatmasından aklımızı ve ruhumuzu kurtaracak en önemli şey şiir olsa gerek.

Şiirin katman katman dünyasına dahil olmak bir metafizik genişleme halidir. Mekanın bütün sınırlarından kurtulma hali. Bir şiir kitabı seçmek yönünde hiçbir kuşkum yok. Peki hangisi? Metafizik gerilimi yüksek bir dilin şiiri olmalı. Yunus mu? Turgut Uyar mı? Rilke mi? Mesela Niyaz-ı Mısri divanı bu yarayı dindirir mi? Ne tür bir metafizik gerilimden söz ediyorum? Belki hepsinden bir parça. Doğrusu bu. Bu yüzden de Sezai Karakoç şiirleri. “Gün Doğmadan” kitabı ilk tercihim.

Sezai Karakoç’un bütün şiirlerinin elimin altında olmasının verdiği rahatlıkla düşünmeye devam ediyorum.

Issız bir adaya düşmüşken insanlık dediğimiz varolma biçiminin tuhaf karanlıkları üzerinde düşünme fırsatını kaçırmamak gerekir. Bir yüzleşme biçiminden söz ediyorum aslında. Başkasının aynasında kendini görmek. İçsel çatışmalarımız, karanlıklarımız, kendi gözümüzden bile gizlemeye çalıştığımız küçük ve o ölçüde sarsıcı duygulanım biçimleri. İnsan üzerine düşünürken ortaya çıkabilecek bütün suçları üstlenebilme cesaretine kavuşmaktan söz ediyorum. Bu cesareti üzerinden taşıyan bir adamın kitabını yanıma almayı tercih ediyorum; Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sını. Satır satır, kelime kelime insan varoluşu üzerine düşünmek.

Tek bir hakkım kaldı ve bu durum üzerimdeki gerilimi artırıyor. Adada büyük bir pişmanlık yaşama düşüncesi beni ağır bir endişeye sevk ediyor. Bir yandan da Sezai Karakoç (Gün Doğmadan) ve Dostoyevski ( Suç ve Ceza )  tercihlerini düşünüp kendimi teselli ediyorum.

Üçüncü tercihin eşiğine gelmişken ruh halimde bir değişiklik hissediyorum. “Yüzleşme” fikri gitgide daha cazip gelmeye başladı. Oradan devam etmek isterim. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı üçüncü kitabım. Hem Atay’ın hem de Tutunamayanlar’ın ıssız bir adaya düşmeye ihtiyacı olabilir. Böylece hepimiz bu durumdan anlamlı bir sonuç çıkarabiliriz.

Not: Görselleri kullanılan sanatçılar: Fabio Araujo, Carrie Cole, Ákos Major.

0
17802
3
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage