20 ŞUBAT, SALI, 2018

"An Geliyor, Boş Vermekten Yoruluyorsunuz"

Kaleme aldığı öyküler daha önce pek çok edebiyat dergisinde okuyucuya ulaşmış olan genç yazar Emirhan Burak Aydın'la hem ilk romanı Gözlemci Olarak Buradayız  hem de kurmak istediği edebiyat üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Gözlemci Olarak Buradayız, yaşanmış gerçek bir cinayetle başlıyor. Bir adam, içlerinde karısı ve çocuğu da bulunan beş kişiyi soğukkanlılıkla öldürüyor. Sonra da ağzına dayadığı Kırıkkale tabanca ile intihar ediyor. Gazetelere yansıyan bu haber, bir grup üniversite öğrencisinin dikkatini çekiyor. Romanın asıl kahramanları ise cinayeti kısa filme çekmeye çalışan üniversite öğrencileri. Roman bu gençler üzerine kurulmuş. Aynı anda kâinattaki her şeyi görebilen, fakat hiçbir şeye müdahale edemeyen bir gözlemcinin ağzından okuyoruz her şeyi. Anlatıcı gören, duyan, fikirleri olan bir adam. Vasıfsız bir tanrı adeta. Bir yandan filmin çekilme süreci anlatılırken bir yandan da o sırada dünyanın farklı yerlerinde olup biteni aktarıyor. Büyük bölümü Kadıköy’de geçen Gözlemci Olarak Buradayız bir gençlik hicvini andırıyor.

Gözlemci Olarak Buradayız, Emirhan Burak Aydın’ın ilk romanı. 1990 doğumlu yazar Kocaeli Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olan Aydın, çevirmenlik ve editörlük yapıyor. Öyküleri daha önce Notos, Sözcükler, Öykü Gazetesi, Öykülem, Sarnıç Öykü, Lacivert, Peyniraltı Edebiyatı dergilerinde ve Marşandiz Fanzin’de yayımlandı. Yayıncısı olan Dedalus Kitap tarafından “edebiyatımız için önemli bir keşif” olarak tanımlanan Aydın’la ilk romanı ve yazarlık yolculuğunu konuştuk.  

Öyküleriniz daha önce pek çok edebiyat dergisinde yayımlandı. Ben de Notos’ta ve Öykülem’de birer öykünüze denk gelmiştim. Çok başarılı bulmuştum bunları. Öncelikle sormak istediğim ilk kitabınız neden öykü değil de roman?

Aslında bu konuyu yayıneviyle de konuştuk. Ancak öykü kitabı için beklemeye karar verdik. Onun üstünde biraz daha çalışacağım. Ayrıca yazdığım şeylerin, yazacağım şeyler için bir gösterge olacağı fikrinden çok hoşlanmıyorum. Bu elbette yazacağım, yapacağım her işte belirli bir imza olmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak benim yolum, biraz sürpriz duraklara ilerleyerek gitsin istiyorum. O yüzden bundan önce sadece öykülerimin yayımlanmasının, ilk kitabımın da bir öykü kitabı olmasını gerektireceğini hiç düşünmedim. Bu nedenle belirli bir rotaya karşı gelmek açısından ilk kitabın roman olması fikri hoşuma gitti. İleride biçim itibariyle birbirine pek benzemeyecek kitaplar yazma fikri beni çok heyecanlandırıyor. Umarım becerebilirim.

©Nazlı Erdemirel

Romanın yazım sürecini ve yayımlanma aşamalarını merak ediyorum. Yazımı ve yayımlanması ne kadar zamanınızı aldı? İlk dosyanızın basımıyla ilgili bir sorun yaşadınız mı? 

Romanı, Bulgurlu Mahallesi’nde, ailemle beraber yaşadığım evde, üstümde çoğunlukla bir pijama varken, roman çevirisi yaptığım, pek dışarı çıkamadığım bir dönemde, evdekiler sigara içtiğimi görmesin diye çoğunlukla geceleri yazdım. Zaten ikinci öğretim okuduğum için uyku düzenim iyice bozulmuştu. Üniversiteyi de bir yıl uzatmıştım. Almancam çok kötüydü. Çok okuyor, film izliyordum. Daha önce de birkaç roman yazmıştım. Korkunçlardı. Bu kitaba başlarken, diğer yazdıklarımda yaptığım hatayı yapmamaya, yani karakterlerime acıyarak, onların mutsuzluklarını güzelleştirmemeye karar verdim. Başlarına ne gelirse kendi hataları olacaktı ve bu hataları anlamaya çalışırken epey zavallı durumlara düşeceklerdi. Ancak roman dosyasını bitirip bazı kişiler ve yerlere gönderdiğimde ret cevapları aldım. Daha önce de olduğu gibi. Ben çok ret cevabı aldım. Öykü dosyaları, roman dosyaları. Ret cevapları bir süre “otomatik cevap” olmaktan uzun mail’lere ve telefon görüşmelerine döndü. Neyse bir süre sonra dosyayı bir kenara bıraktım ve o sıra öykü yazıp dergilere göndermeye başladım. Dedalus’un romanla ilgilenmesinin sebebi fırlama bir bakış açısına sahip olmasıdır. Romanda pek çok oyun var. Anlatıcı sesin hikâyenin ana karakterlerinden biri olmaması ve içinde bulunmadığı olaylara ve başka coğrafyalarda, başka kişilerin başından geçenlere yorumlar yapması, metnin içinde bir senaryo olması, kronolojinin tuhaflığı hoşlarına gitti sanırım. Güvenilir ve tutmuş formüllerin peşinde değiller. Bu görece olarak genç bir yayınevi için en doğru hamle zaten.  

Yayıneviyle sizin ilişkiniz nasıl oldu peki? Kitabınız için özel bir çalışma yaptılar mı?

Dosyanın yazımı bir yıl civarı sürdü, yayıneviyle ise kitap üzerine bir buçuk yıl çalıştık. Ben romanın bir ayağının eksik olduğunu hissediyordum. Dedalus’la roman üzerine konuştuğumuzda bu endişelerimi de aktardım. Sonra editörüm Baran Güzel ile dosyaya çalışmaya başladık. Kendisini eski edebiyat forumları döneminden beri tanıdığım için çalışırken güzel bir diyalog oluşturduk. Dosyayla ilgili eksik olduğunu hissettiğim yerleri daha iyi nasıl güçlendirebileceğimi onunla yaptığımız tartışmalardan esinlenerek buldum.  

Kitaba hâkim olan başat duygu umutsuzluk. “Hiçbir şey tahmin ettiğiniz gibi gerçekleşmeyecek, olmayı hayal ettiğiniz kişiye asla dönüşmeyeceksiniz çünkü” diyorsunuz bir yerde. Kitabın arka kapağında ise şöyle bir cümle var: “Emirhan Burak Aydın okuyucuyu sonunda ışık olmayan bir tünele sokuyor.” Sizce bu haklı bir tanıtım cümlesi mi?

Bazı sorunların bazı çözümleri var. Ancak umutsuzluk hali, o çözümlere giderken yanımızda olması gereken bir araç. Sürekli umutlu olmak, her şeye iyi tarafından bakmak, nasıl saçma haller içinde olduğumuzu fark etmemizi engelleyebiliyor. O yüzden arka kapaktaki cümle fena bir tanıtım cümlesi değil. Yine de roman tamamen umutsuz diyemeyiz. Bazı çözümler var, ancak karmaşıklığın derinlerine gömülü oldukları için, görülmeleri biraz daha zor olabilir. Ancak oradalar. Ben öyle umut ediyorum.

©Nazlı Erdemirel

Romanın anlatıcısı “kâinattaki her şeyi görebilen, fakat hiçbir şeye müdahale edemeyen bir gözlemci”. İlahi bakış açısının bir parodisini mi yapmaya çalıştınız yoksa Tanrı’nın mı?

Hayır, orada bir parodi yok. Tanrıya inanmıyorum. Müdahale etmediği gibi, bizi gözlemleyen bir şey de yok maalesef. Romanın anlatıcı sesinin öyle olmasının sebebi, birinci tekil şahıs anlatımı ve üçüncü tekil şahıs anlatımının avantajlarını aynı anda kullanabilmekti, sonra tabii ki bu üslubun anlatılan hikâyede bir karşılığı da oldu. 

Gözlemci Olarak Buradayız’da bir şekilde bütün karakterler Moslow’un sözünü ettiği, yaşamak için ihtiyaç “Kendini Gerçekleştirmek” ilkesinden yoksun insanlar. Hayatlarını anlamlı kılacak her şeyden yoksunlar neredeyse. Size bunu hissettiren, bunu yazmaya iten şey ne oldu? Hayatı etrafı çevrilmiş, dışına çıkılamayan bir hapishane olarak mı görüyorsunuz?

Hayatı öyle görmüyorum. Kitaptaki karakterler hayatlarını anlamlı kılacak şeylerden yoksunlar. Çünkü o şeylerin ne olduğunu bilmiyorlar. Makineyi tamir etmek için, arızasının ne olduğunu anlamak lazım. Arızalarımızı görmek gerek. Bu arızaları görmek için de en iyi anlardan birisi, karşınızda kötü bir olayın yaşanmasıdır. Bu olaya nasıl tepki vereceksiniz. Anında müdahale edecek misiniz, etmeyeceksiniz daha sonra gerçekleşmemesi için bazı önlemler mi alacaksınız, ya da tamamen görmezden gelip unutacak mısınız, gidip bu olayla ilgili bir film mi çekeceksiniz, şiir, öykü, roman mı yazacaksınız? Ne yapacaksınız? Beni bu kitabı yazmaya iten fikirlerden biri de bu sorulardı. 

90 doğumlu bir yazarsınız. Anlattığınız karakterler de aşağı yukarı sizinle aynı yaşlardalar. Bu genç kuşak, belki içinde büyüdükleri siyasi atmosferden, Gezi’de yaşananlardan, geleceğe pek güvenle bakmıyorlar gibi. Gençleri saran boş vermişlik, umursamazlık romandaki karakterlerde de görülüyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Geleceğe güvenle bakmayan sadece gençler değil. Çocukluktan başlayıp, yetişkinliğin son raddelerine kadar iyice pratiğini yaptığımız bir ruh hali bu. Ama gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecinde umutsuzluk zirve yapıyor galiba. Öğrenci akbilini bırakmanın travmasını atlatmak zor şey. İşsizlik zor şey. İş bulduktan sonra fatura, kira ödemek… Zor şeyler. Bir de bankadan kredi çekmişseniz. Çok zor. Ancak böyle böyle bir kaynama noktasına geliyor her şey. Bir an geliyor, boş vermekten yoruluyorsunuz. Jeff Lebowski’nin de dediği gibi nihilizm de epey yorucu.

Kitabın başında bütün bölümlerin olduğu bir liste var. Roman “Başlat” ile başlayıp “Durdur” ile bitiyor. Bu haliyle bu “İçindekiler” listesi bir film DVD menüsünü andırıyor. Gözlemci Olarak Buradayız genel itibarıyla sinemadan beslenen, sinematografik diye de tanımlanacak bir roman. Edebiyatın sinemayla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz; sinema haricinde kaleminizi başka hangi kaynaklar besliyor?

Editörümün tavsiyesiyle bölüm isimlerini başta bir tablo olarak yerleştirdik. Hatta ilk başta bölüm isimleri bile yoktu kitapta. Daha çıplak bir metindi. Bölüm isimlerini bulduktan sonra art arda görmek hoşumuza gitti. Tabii bu romanın gerçeklik algısını bozan da bir hamle aslında. Yine de başlıkları art arda görmenin bir çeşit vaat olacağını hissettim. O yüzden bu tavsiyeyi kabul ettim. Ayrıca dediğiniz gibi bir çeşit DVD menüsüne benzemesi hoşuma gitti.

Edebiyatın sinemayla olan bağı çok güçlü. Bunu herkes biliyor. Yazarlar senaryo yazar, sinemadaki teknikler romanı etkiler falan filan. Ben kurgu olan her şeyle alakadar olduğum için ikisinden ve daha fazlasından besleniyorum tabii. Mesela romanda bir tane gerçek hayattan alınma cinayet haberi var. Onu neredeyse aynı şekilde kullandım. Bir diğer böyle, üçüncü sayfa cinayet haberini de ben kendim uydurdum. Daha sonra böyle bir olay gerçekleşmiş mi acaba diye araştırdığımda ve uydurduğum cinayetin neredeyse aynısı çıktı.  Fark etmeden bile birçok şeyden besleniyorsun yani. Babamın anlattıkları, annemin hiç beklemediğim bir anda küfür etmesi, kız kardeşimin bana posta koymaları, sevgilimin yedi yıldır hatırlamadığı bir şeyi bir gün, sabaha karşı hatırlaması, Al Pacino marka çakma bir parfüm, arkadaşlarımla gözlerimiz kıpkırmızı olana kadar yaptığımız muhabbetler, eve gelen uzak akrabayla aniden “Allah var mı yok mu?” diye tartışmaya başlamalar, Bulgurlu Mahallesi, hepsi etkiliyor insanı. 

©Nazlı Erdemirel

Türkçe edebiyatta son yıllarda nicelik olarak olağanüstü bir artış var, her yıl yüzlerce yazarın ilk dosyası yayımlanıyor. Birçoğunun ismini duymuyoruz, birçoğu da çok az kişiye ulaşabiliyor. Türk okuru da anladığımız kadarıyla yerli edebiyata biraz mesafeli duruyor. Fakat üslubunuz ve yarattığınız atmosfere baktığımızda, genç kuşak yazarlarından ayrıldığınız görülüyor. Siz bunca yazar arasından sıyrılabileceğinize inanıyor musunuz? Yazdıklarınız geleceğe kalacak mı sizce?

Yazdıklarım geleceğe kalacak. Kalmasa bile benim böyle düşünmem gerek. Sanatçının mütevazılığı, biraz sıkıcı olmuyor mu? “Aman efenim, ne alakası var, biz bu edebiyat denen sonsuz deryada küçücük bir zerrecikten ibaretiz, yarınlara kalacağını elbette aziz okuyucular belirleyecektir,” falan diyemem. Ben başka bir şeyler deneyeceğim, arızalı bir yol seçtim kendime. Nereye kadar gidecek bu yol, göreceğiz. Bu arada niceliğin olağanüstü artması kötü bir şey değil. Daha da olağanüstü artsın. Bir şekilde dengeye oturacaktır her şey. Her halükarda, bundan yirmi yıl sonra, geriye dönüp baktığımızda öncekine kıyasla daha fazla iyi kitap göreceğimizden eminim ben. Okurun yerli edebiyata mesafeli oluşu fikrine de karşıyım aslında, ülke genel olarak edebiyata mesafeli olduğu için geriye kalan kitle her şeye yetişemiyor gibi görünüyor. Bu okur tarih mi okusun, öykü mü, roman mı, Gürcü edebiyatını mı keşfetsin, yoksa İspanyol edebiyatının ülkemizde yeni yeni duyulan ismini mi öğrensin? Kitle bu kadar, büyüyene kadar birileri unutulacak. Odada yüz elli tane oyuncak ama beş tane çocuk var yani. 

Son olarak, neden yazdığınızı sormak istiyorum. Sizi yazmaya iten ne? Yazarak hangi eksikliği doldurmaya çalışıyorsunuz? 

Kendimi uzun zamandır iyi hissetmiyorum. Bu yüzden yazıyorum herhalde.

0
13532
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage